Cinsiyet rolleri ne kadar dönüşürse dönüşsün, cinsiyet ayrımcılığı ile patriarki de dönüşerek kendilerini yeniden var etmey, cam tavan da yer yer çizilse bile kırılmadan tepemizde durmaya devam ediyor. Bu dönüş-e-meyen dünyada dezavantajlı gruplar leyhine uygulanacak cinsiyet kotası anlamlı bir dönüşüm yaratmakta işlevsel olabilir mi, yoksa sorunun asıl temelleriyle yüzleşmeye engelleyen dekoratif bir müdahale mi, bu konuda kafa yorup emek vermiş değerli iki mücadeleci isme Mehveş Beyidoğlu'na ve Şerife Korucan'a sorduk.
Mehveş Beyidoğlu 1976 yılında Lefkoşa’da doğdu. Uluslararası İlişkiler Lisansını 1998’de, Yüksek Lisansını ise 2000 yılında Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde tamamladı. Avrupa Entegrasyonu ve Bölgeselleşme Politikaları üzerine Master Üstü programını 2005 yılında Graz Üniversitesi’nde tamamladı. 2000 yılından itibaren uluslararası örgütlerde araştırmacı, danışman, editör ve tercüman olarak çalıştı. Halen, uluslararası bir danışmanlık şirketinde danışmanlık yapmaya devam ediyor. Feminist politikalar da dahil olmak üzere gerek sivil toplum örgütlerinde gerekse Yeni Kıbrıs Partisi’nde aktif rol aldı. Feminist Atelye (FEMA) aktivisti oldu. YKP-Fem’in kurucularındandır. 2019 yılından itibaren, sanat üzerine eğitim almaya başlaması ile birlikte, kolektif olarak devam ettiği mücadeleyi sanat dili ile aktarmaya devam ediyor.
Cam Tavana Karşı Kadın Kotası
Demokrasinin ve adaletin tam anlamıyla işleyebilmesi için kadın ve erkeklerin her alanda ve özellikle de karar alma mekanizmalarında eşit olarak temsil edilmesiyle mümkün olabilir. Bu ‘eşitlik’ meselesi pek çok ülkede yasalarla düzenlenmiş olsa da hayatın içindeki eşitliğin istenilen durumda olmadığını biliyoruz. İşte kadın kotası bu anlamda çok önemli bir role sahip. Siyasette kadın temsili- gerek karar mekanizmalarında gerekse kamusal alandaki kadınların sayısını ve rolünü değiştirmek- için kota uygulamalarına gidebilmek gerekir. Kadın kotası, cinsiyet eşitliği ilkesi dikkate alınarak düzenlenir ve kadınların özellikle de siyasete katılımlarının artırılmasına olanak sağlar. Ayrıca, kadınların kurumlardaki katılımının güçlendirilmesine yardımcı olur.
Bunun eşitsizliğe yol açtığını, haksız rekabet yarattığını ve alın teri ile bir takım üst düzey görevlere gelme fırsatına engel olduğuna inanan karşıt bir görüş var. Ancak, dünyanın yarısını oluşturan kadınların asırlar boyu uğradığı o uçurum eşitsizlik ve adaletsizlik durumları göz önünde bulundurulduğunda bu görüş havada kalır düşüncesindeyim. Düşünsenize tarih erkek hikayeleri üzerinden yazılmış (history), insan hakları (les droits de l’homme) erkekler düşünülerek geliştirilmiş, kadınlar çok yakın bir geçmişe kadar eğitim alamamış, okula gönderilmemiş, seçememiş, seçilememiş, kamusal alanlarda yer alamamış, sosyoekonomik engellerle, dini, ideolojik ve psikolojik engellerle karşılaşmış. Tüm bunlara ek olarak gerek biyolojik sebeplerden gerekse diğer sebeplerden kadınların üzerine birçok sorumluluk da bindirilmiş. Hayatın içinde hep dezavantajı durumda olmuş.
Feminist mücadeleye minnettarız ki bu düzeni değiştirmek için emek vermiş. Daha adil bir dünya yaratabilmek için bazı yapı bozumlarına gidilebilmiş bu sayede. Kadın kotası da bunlardan biri. 1978 yılında Marilyn Loden’in ortaya attığı cam tavan tanımının karşıtı aslında bu ama esas tartışılan bu değil kadın kotası. Başarı ve yetkinliklerine rağmen kadınların kurumsal alanlarda yükselmelerini önleyen, görülmeyen ve fakat aşılamayan bariyerin metaforik tanımı olan cam tavan durumu her yerde o kadar yaygın ki!
Dolayısıyla sosyal, ekonomik ve politik yaşamda kadınların dışlanmışlıklarını azaltmak ve zaman içerisinde ortadan kaldırmak için eşitsizliği ve ayrımcılığı telafi edici birtakım politikalara ihtiyaç var ve kota da bu anlamda son derece geçerli bir yöntem.
Şerife Korucan 1963 yılında Kıbrıs’ta doğdu. Orta eğitimini Kıbrıs, lisans ve yüksek lisans eğitimini Freie Universitaet Berlin’de aldı. Diplom Kauffrau (MBA) akademik ünvanı ile 1994 yılında mezun oldu. Uzmanlık alanları arasında Ekonomi Politikaları, KOBİ Danışmanlığı, Sanayi İşletmeleri, Organizasyon ve İnsan Kaynakları Yönetimi, Pazarlama Yönetimi bulunmaktadır. Seminar Zentrum Göttingen’de AB Mevzuatı ve Dış İlişkiler üzerine uzmanlık eğitimi de aldı. Almanya’da kesintisiz 12 yıl yaşadıktan sonra 1995’te Kıbrıs’a geri döndü. 1996 yılından günümüze kadar olan sürede Kuzey Kıbrıs’ta Kıbrıs Türk Kooperatif Merkez Bankası Ltd.’te görev yapmaktadır. Uzun yıllardan beri ‘’Kıbrıs’ta Barış İçin İki Toplumlu Koro’’ üyesi olarak hem sanatsal hem de siyasi olarak barış sürecine katkı koymaya çabalıyor. Almanca, İngilizce, Farsça, Azerice ve Yunanca dillerini biliyor.
KUZEY KIBRIS GERÇEĞİNDE KADIN KOTASI
Kuzey Kıbrıs’ta hem sol hem de sağ ideolojiyi temsil eden hatırı sayılır büyüklükteki bir siyasetçi kitlesi, kadınların insan hakları ve politik erki ellerinde bulundurmaları yanında her türlü yönetişim alanında erkekler gibi etkin söz sahibi veya katılımcı olmaları veya onlara alan açmak gerektiği konusunda aktif olmak şöyle dursun, bu düşünceyi ‘’normal‘’ olarak kanıksamaktan dahi çok uzaktırlar. Özellikle ‘’deniz aşırı erki’’ kendisine rol model olarak benimseyen KKTC devlet yönetim tarzı ve yapısı da bu olumsuzluğa açıkça hiç dur durak bilmeden altyapı ve fırsat sağlamaktadır.
Son yıllarda giderek değişen ve inkâr edilemeyecek kadar göze batan ülke nüfusundaki dönüşüm ve artışla, Kıbrıslı Türklerin sosyokültürel yapısının değişimi sorunu ile paralelinde kadın hakları konusunda olumsuz gelişmeler daha sıklıkta yaşanmaktadır. Bu konuda devlet otoritesi ve etkin siyasi erkten farklı düşünen aydın demokrat bireylerin, (ki değim yerinde ise bu kitle ‘’bir avuç idealist yurtsever birey olarak betimlenebilmektedir!) yine bu özneler tarafından marjinal olarak nitelendirilmesine kadar vardırılmaktadır.
Bu bariyer ve gelişmelerin, Federal Kıbrıs temelinde toplumsal demokratik hak ve özgürlüklere ulaşmak isteyen ve bu yönde gelecek umudu olabilecek yurtsever idealist insanları maalesef demotive ederek eylemsizliğe ittiğini gözlemliyoruz. İnsan hakkı olan kadın hakları da malum öznelerce pervasızca önemsizleştirilerek değersizleştirilmektedir. Bu noktada malum öznelere sormak gerekir; ’’bir birey kadın, erkek veya LGBTQ+ birey olabilir. Peki biyoloji doğa buna fizyolojik karakterde bir çerçeve yaratmışken niye kadın olmak bir ötekileştirilme nedeni olsun? Yok ama ‘’güç dengesini’’ kadın veya kendini kadın olarak tanımlayan bireyler mi alt üst ediyor? ‘’ gibi ataerkil erkek fantezisi ve üzerine oturtulan önyargı kaynaklı dogmatik değerler olgusunu beyinlere empoze etmek, sistemin çarklarını en kolay şekilde çevirmeye olanak mı sağlamaktadır?
Kanımca kapitalist sistemin, en bariz şekilde de söz konusu algılar dizisini kullanarak kadın emeğinin sömürülmesine en iyi siyasi zemini hazırlayarak, siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan bu alanları en iyi şekilde dizayn etmekte olduğu düşüncesini de desteklemektedir.
Yolun sonuna gelindiğinde toplumsal moderniteyi yaşamış batılılar dahi, BM’nin uluslararası kadın hakları yasası CEDAW’a rağmen, hala bu nedenle cinsiyet ayrımı yapmaktan geri duramıyorlar. Ataerkil kapitalist güç yapısı niye "kadına" biçilmiş rolleri sadece "kota" önerisi ile temeldeki dezavantajlı yapıya cila sürerek politik soft bir eylemlilikle algı oluşturuyor? Uygulamada gözlemlendiği gibi, belki de bazı kadın hakları savunucuları tarafından savunulan; ‘’kadına hedeflenen ve hakkı olan insan haklarına ulaşıncaya değin geçecek zamanda, ‘’Kadın Kotası/Cinsiyet Kotası’’ siyasi aracı sayesinde kat edilmesi beklenen uzun yolda (ki kanımca bu hatta gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için eğitimle ve sınıf mücadelesindeki farkındalıkla sağlanabilecek, jenerasyon/ kuşak değişikliği gerekliliğini içinde barındırmaktadır!) kendilerine hiç yoktan bireysel/toplumsal daha iyi bir konum yaratma imkânı sağlama’’ düşüncesine dayandırılmak istenmektedir.
Teorik olarak sol politik görüşteki siyaset icracılarının kadın-erkek eşitliğini savundukları görüşü doğal bir olgu gibi algılanmaktadır. Halbuki gerçekte ne kota ne de mantık bu çevrelerde de yeterince işe yaramamaktadır. Kuzey Kıbrıs’taki siyasi yapılarda da maalesef hala bu realite geçerlidir. Kadın veya kendini öyle tanımlayan LGBTQ+ bireyler "insan" olarak algılanmak yerine onlara biçilen ataerkil roller ve dolayısı ile de siyasi iradeye şeklen yansıma ve algıları ile ötekileştirilmektedir. Kota konusu da bu anlayış ile sağ ideolojiler için bir fantezi, sol için de sadece veya ağırlıklı olarak seçim zamanı hatırlanan bir sabun köpüğü balonu gibidir.