Temsili demokrasi ve kararsız seçmen despotizmi üreten seçimler
Son birkaç yüzyılda Avrupa'dan çıkan siyasi biçimlerin insanlığa attığı birkaç büyük kazık vardır. Bu kazıkların en önemlilerinden biri demokrasinin işlevsel olabilecek tek biçiminin seçimler üzerinden şekillenen "temsili" demokrasi olduğu yanılgısıdır.
Yurttaşların her birkaç senede bir gidip bir kutuya oy atarak yasama ve yürütmede rol alacak kişileri seçtiğinde ortaya çıkan şeyin (milli, toplumsal, vs.) 'İrade' olduğu inancı, üstüne biraz düşünülünce pratikten ziyade metafizik temellere dayanan bir olgudan başka bir şey değildir. Bu temsiliyet lafazanlığının dünyanın çoğu yerindeki pratik sonucu, sosyal, ekonomik ve kültürel kökleri derinlerde yatan çeşitli patronaj-asimetrik çıkar ilişkilerinin insanların tepesinde yasa yapıcı/vekil/MP vs. diye çeşitli sıfat ve makamlar üzerinden meşrulaştırılmasıdır. Bu asimetrik siyasi çıkar ilişkilerinin doğurduğu sıkıntıları detaylı incelemeye gerek yok çünkü bunlarla Kıbrıs’ın kuzeyinde gündelik hayattaki şikayetlerde zaten sıkça karşılaşılabilir.
Temsiliyet ve seçimlere dayalı meclislerden doğan demokrasinin bu asimetrik biçim ve sonuçlarının ötesinde daha temel bir problemi vardır. En iyi örneklerde bile seçimler tüm seçmenlerin değil, ortada duran ve şu ya da bu nedenden dolayı kararsız olan seçmenlerin isteklerini yansıtma ve genele yayma mekanizmalarıdırlar. Seçimlerde herkesin oyu aynı sayılsa bile her oy aynı etkiye sahip değildir. Özellikle iki seçenekli referandum ya da iki partili seçim sistemlerinde seçim sonuçlarını herhangi yönelime canı gönülden bağlı seçmenler değil, ortada duran kararsızlar ve onların son gün ve çoğu zaman pek de ulvi olmayan sebeplerden dolayı edindikleri yönelimler belirler. Bundan dolayıdır ki pek çok ülkede merkezci siyasetten doğan sorunların çözümü aynı merkezciliğin tekrar tesis edilmesiyle çözülmeye çalışılır. Ancak bu bile artık çoğu zaman işe yaramamaktadır. Siyasi faziletleri eksik siyasi aktörler pek çok yerde seçmenleri iki net kampta konsolide edip ortada duran %5 veya 10’luk kafası karışıkları son anda istedikleri yöne meylettirmenin yöntemlerinde ustalaşmışlardır. Bundan dolayıdır ki son 10 yılda gönlü sola dönük kişiler tekrar tekrar kendilerini 52-48 belasıyla karşılaşırken bulurlar. Bahsettiğim 52-48 belası 2016 Brexit referandumu, 2020 KKTC ve 2023 TC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin nihai sonuçlarına atfen uydurduğum bir kavramdır.
Süregelen yerleşik görüşlerde temsili demokrasiye tek alternatifin doğrudan demokrasi olduğu söylenir. Bunun da pratikte çok zor olması ve kendine has başka problemlere yol açması, temsiliyet denen bu garip şeyin kaçınılmaz olduğu inancını çoğu insana yılgın bir şekilde kabul ettirir. İnsanlar siyaseti ve temsili siyasetçileri çoğu zaman sevmez, ama alternatifleri olmadığı için çoğu insan yine de bu oyunu istemeden de olsa oynar. Seçim süreçlerinin tüm eksiklik ve adaletsizliklerinin farkında olmalarına rağmen değişimin tek yönteminin yine bu adaletsiz süreçler sonucunda olacak olan bir iktidar değişimi olduğuna kendilerini ve insanları inandıran muhalif aktörler, kendilerini çoğu zaman bu adaletsizlikleri meşrulaştıran koreografilerin yardımcı oyuncuları durumunda bulurlar. Bunun efsane bir örneği kazanma ihtimali olduğuna inanan Millet İttifakının Mart-Mayıs 2023 arası Türkiye’nin demokrasi geleneğini övüp, Türkiye’nin AGİT’e göre ‘free but not fair’ seçim sürecinin farkına ancak 28 Mayıs sonrası varması ve bunu ancak yenildikten sonra dillendirmesidir. Millet İttifakının 14 ve 28 Mayıs arası yaptığı maskaralıklar ise seçimlerin ortada duran %5’e göre şekillendiğini gösteren en iyi örnektir.
Kura ile oluşan meclisler toplumun genel çıkarına neden daha yakın olur?
Ama aslında temsili demokrasi ve meşruiyeti şaibeli seçimlerin (en azından yasama organlarının belirlenmesinde) çok basit ve mümkün bir alternatifi vardır: Sortition, yani kura.
Demokrasinin farklı tanım ve anlayışları vardır. Ancak bu anlayışlar arasından en önemlilerden biri demokrasinin halkın içinden en faziletli olanlarının yasa yapıcı konumuna gelerek halkın tümünün ulvi çıkar ve değerlerini temsil eden yasalar yapmasını amaçlayan bir sistem olduğunu söyler. Bu açıdan özüne bakıldığında yasa yapıcılık, milletvekilliği gibi şeyler teknik beceriden ziyade etik (yani hayatın daha iyi nasıl yaşanabileceğine ve daha iyi nasıl insan olunabileceğine dair) meziyetler gerektirir.
Özellikle KKTC gibi yerlerde pratikte bunun yakınından bile geçildiği söylenemez. KKTC meclisinin “daha iyi nasıl yaşanır?” sorusuna kafa yoran insanlarla dolu olduğu söylenemez. Ancak özünde en basit bir vergi ya da sübvansiye politikası bile en nihayetinde bu soruya toplumsal olarak ne cevap verileceğiyle alakalıdır. X ya da Z unsuruna konulacak olan gümrük vergisi oranı en nihayetinde o X ya da Y’nin hayattaki yeriyle alakalı toplumsal bir cevaptır. Örneğin bunun araba ithalatı ile ilgili bir vergi olduğunu düşünün. Bu vergi politikası aslında Kıbrıslı Türklerin kişisel otomobil kullanımına bağımlı yaşamlarının devam edip etmeyeceğiyle, alternatif taşıma ve yaşama biçimlerine yönelip yönelmeyeceğiyle ilgili bir meseledir.
Ancak seçimle ortaya çıkan bir meclis konuya böyle yaklaşamaz. Çünkü seçim yerleşik olan sosyal hayatın, hatta o sosyal hayatın küçük çıkar gruplarının iradesini ortaya koyar. Teoride yasaların teknik kısımlarını vekiller ve uzmanlar yapar; ama özünde yasaları seçilmemiş, şeffaf olmayan, hesap vermeye niyeti olmayan ve çıkarı genel çıkara yakın bile olmayan çeşitli baskı grupları yapar. Araba ithalatı konusunda bu çıkar gruplarının ne olabileceği malumdur.
Yasaları ve yasa yapımını bu çıkar gruplarından ve temsiliyet denen bu garip şeyden kendine kariyer yaratmış bu garip insanlardan kurtarmanın en kolay yolu yasa yapıcıların kura ile doğrudan halkın içinden seçilmesidir. Kura ile belirlenen meclis halkın adil bir örneklemini oluşturup, oradaki vatandaşlar yasalara kendi vicdanları ile karar verdiklerinde ortaya çıkan sonuçlar halkın genelinin değer ve meziyetlerini daha az aracı ile dışa yansıtacaktır. Buradaki asıl mesele yasa yapımını etik, yani tekrar etmem gerekirse, “hayat nasıl daha iyi yaşanır?” ve “nasıl daha iyi insan olunur?” sorularına cevap verir bir noktaya yaklaştırmaktır. Bu tip bir konuyu rastgele seçilen yurttaşlardan oluşan bir meclise sunarsak ortaya çıkacak olan yasama süreci çıkar gruplarından tamamen arındırılmış olmasa bile o çıkar gruplarının doğrudan etkisinden daha uzak olacaktır.
Etik meziyetlere sahip olmanın eğitim, deneyim, meslek, yaş, cinsiyet vs. gibi şeylerden bağımsız olduğunu herkes zaten kabul edecektir. Kısa süreler için ya da yasa tasarısı bazında kura ile seçilen 100 yurttaş, gerekli teknik uzmanlık kamu hizmetlileri ve ele alınan mesele üzerinde uzmanlaşmış kişiler tarafından sağlandığı zaman, halkın yaşantısını belirleyecek yasalar dar çıkar gruplarının baskıları altında kalmadan daha iyi yapılabilir.
Bu kura sisteminin de kendi içinde bazı riskleri mutlaka olacaktır. Mesela kura ile seçilmiş kişilerin seçildikten sonra baskı altında kalma riskleri vardır. Bunun olası bir çözümü bu meclislerin yasa ve mesele etrafında toplanıp yasa yapıldıktan sonra tekrar dağılmasıdır. Yani her yeni yasa için kura ile belirlenen yeni bir meclis gereklidir. Bunun ötesinde kuraların adaletliliği gibi konular da risk unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yürütme gibi süreklilik gerektiren organlar için kura sisteminin çalışmayacağı kanaatindeyim. Ancak bu metodu Kıbrıs’ın kuzeyindeki yasama organlarında denememek için bir sebep görmüyorum. Bu metot zaten birçok ülkede mahkeme jürileri oluşumunda kullanılmaktadır. Bunun ötesinde kura metodu tarihte Floransa ve Venedik gibi uzun süre istikrarlı şekilde ayakta durabilmeyi başarmış küçük devletlerin idaresinde önemli yere sahiptiler. Zaten bozuk ve tıkanmış olan bir sistemde bu tip ütopik denebilecek deneylerin zararı görece az olur. Olabilecek olan en kötü durum yasama organının tıkanıp iş göremez hale gelmesidir ki bu da mevcut durumda pek de zararlı bir durum olmaz. Emin olun ki halkın içinden kura ile seçilmiş 100 kişinin yapacağı yasalar, temsiliyet denen bu metafizik olgudan kendine kariyer yapmış 50 kişinin dar çıkar gruplarının arzuları doğrultusunda yaptıklarından daha büyük zararlara yol açamaz.