Kapalı Havalarda Derrida [1]
Derrida üzerine yazı yazacak kadar ne okudum onu, ne de yorumlayabilmişliğim var. Fakat, nedendir bilinmez, yazının yazıldığı gün havanın kapalı olması bende Derrida üzerine yazma isteğini artırdı.
Konumuza dönecek olursak: Kapalı havalarda Derrida okumak kanımca insanın gününü daha bir dolu geçirmesi bakımından önemli. Peki, diğer okumalar günü boş mu geçiriyor sorusu gelmişse aklınıza, cevaben tabii ki hayır diyeceğim. O zaman, bu yazının amacı ne? Herhangi bir amacı yok! Kişisel bir yazı... Derrida’nın kapalı havalarda üzerimde yarattığı etkiyi fenomenolojik bir algı çabası.
Güneşin olmadığı bir gündüz vakti Gramatoloji... Eğer kitabın İngilizce çevirisini okumuşsanız, okumaktaysanız daha kitaba başlamadan ufak bir kitap kadar hükmeden bir “önsöz”le karşılar sizi Gayatri C. Spivak.[2] Hemen sonra, tam kitaba başlıyorum diye heveslenmişken, Derrida önce Rousseau, sonra da Hegel’den alfabe üzerine alıntılarla başlayıp konuyu metafiziğe bağlayınca, konunun ne olduğuna dair fikirler oluşum aşamasına doğru yol alırlar. Ne zaman ki etnosantrizm ve metazfiğin dil ve alfabe ile olan ilişkisi belirginleşmeye başlar, işte o andan itibaren kurtuluş yoktur! Kitabın birinci kısmından itibaren kendinizi birden ikili zıtlıklar ve bu zıtlıkların oluştur(ul)duğu yapıların içinde buluyorsunuz. Buna en iyi örnek belki de ilk kısmın başlığı olsa gerek: “Kitabın Sonu ve Yazının Başlangıcı”.[3] Sayfalar ilerledikçe, aslında bu temelin, Derrida’nın hep bahsetmiş olduğu metafizik ve logosantrik (logocentrique) yapının bizzat yansıması olduğunu yorumlayabilmekteyiz. Tabii bunu göstermek için, bayağı çetrefilli bir yoldan geçmek zorundayız. Saussure’ün kurmuş olduğu gösteren-gösterilen yapısı, yazı ve yazının bulunma hali (présence) ile olan ilişkisi; daha sonra, dilbilim ve gramatoloji, bilimsel bilgi (epistémè), bilim ve metafiziğin nasıl iç içe olduğunu okudukça, Montaigne’e hak veriyorsunuz.[4] Sonraki kısım olan, “Pozitif Bir Bilim Olarak Gramatoloji Üzerine” (Of Grammatology as a Positive Science) kısmında tam ‘nasıl olur da Derrida bilimsel bilgiyi (epistémè) eleştirirken tam da içine düşmekte?’ diye düşünürken, ilk paragrafın sonunda cevabı verir Derrida: “Graphematics or grammatography ought no longer to be presented as sciences; their goal should be exorbitant when compared to grammatological knowledge.” (Derrida, Of Grammatology, p. 74). Başka bir değişle; ‘köken’ meselesi ve bilginin altında yatan metafizik, ki Derrida’ya göre en önemli sorunlardan birisi, üzerine düşünmemiz gereken mevzuların en önemlilerinden birisi.
İlerledikçe, yapısalcılığa dair yapmış olduğu eleştirileri metinler üzerinden göstermeye çalışır Derrida. Diğer bir deyişle, aynı anda iki biçimde söker yapıyı: bir taraftan ‘köken’ kavramının içinin ne kadar boş olduğunu bizzat geçmişe giderek, örneğin etimoloji yoluyla gösterirken, ya da ‘yapıyı sökerken’; öte yandan, bu yapıların oluşmasında önemli payları bulunan metinleri ele alarak sökmekte yapıyı. Gramatoloji Üzerine’de Platon, Jean-Jacques Rousseau, Descartes, Hegel bu isimlerden sadece birkaçı. Özellikle, Rousseau’nun Dillerin Kökeni Üzerine Deneme ve İtiraflar adlı yapıtları yoluyla neredeyse bütün Batı felsefesiyle bir hesaplaşmaya girişir. Yaptığı hesaplaşmada Derrida, Platon’dan bu yana oluşturulan ikili zıtlıkların gerek köken, gerekse yapı anlamında, hiç de sağlam bir yapı üzerine inşa edilmediğini bizzat metinler vasıtasıyla aktarır.[5] Bunu yaparken, yine Rousseau üzerinden giderek eklentilerin bir şeyin yerini tutmaya çalışırken aslında kendi kendisinin eklentisi olmaktan öteye gidemeyeceğini öne sürerek köken tartışmasını (yeniden) alevlendirir.
Sonbahar, bir şekilde, geldi, geliyor, gelecek. Gökte bulutlar artacak, hava kapacak, yağmur gelecek. İşe bu günlerde gündüz vakti kapalı havalarda çalışma lambası açık, fonda caz müziği çalarken biraz düşünmek için Derrida okumak iyi gider.
İyi okumalar!
Dipnotlar
[1] Ne yazık ki Derrida okumalarımı Fransızca bilmemekten ötürü, İngilizce vasıtasıyla sağlayan birisi olarak, Derrida üzerine yazı yazma gibi haddimi aşan bir edimi gerçekleştirmedeki tek amacım, yine Derrida’nın da Montaigne’den aktardığı gibi, “We need tointerpret interpretations more than to interpret things” (Bir şeyleri yorumlamaktan çok yorumları yorumlamaya ihtiyacımız var). Jacques Derrida. Structure, sign and play in the discourse of humansciences. Writing and difference. London and New York: Routledge, 2001, s. 351-370. Şu notu düşmekte fayda var: Derrida’nın ilgili çalışması Türkçeye çevrilmiş durumda lakin ben o çeviriden çok İngilizcesinden okuduğum için bu yazıda İngilizcesine referans vermekteyim. Her ne kadar yaznın başlığında Derrida geçse de, yazı daha çok Gramatoloji kitabına serbest bir giriş niteliğinde düşünülebilir.
[2] Doğal olarak Türkçe çeviri Fransızcadan yapıldığıiçin bu önsöz Gramatoloji’nin içindeyok. Belirttiğim bu önsöz ayrı bir kitap olarak Türkçeye çevrildi. Bkz. Gayatri Chakravorty Spivak. Gramatoloji’ye Önsöz.Çev. İsmail Yılmaz. Ankara: BilgeSu, 2014.
[3] Jacques Derrida, “The End of the Book and the Beginning of Writing,” Of Grammatology, çev. Gayatri C. Spivak, Baltimore and London: The Johns Hopkins University Press, 1997, s. 6-26.
[4] Montaigne’in “We need tointerpret interpretations more than to interpret things”. Aktarılan kaynak, Jacques Derrida, Structure, sign and play…” s. 351.
[5] Yapının işleviyle ilgili, şöyle der Derrida: “The function of this center was not only to orient, balance, and organize the structure—one cannot in fact conceive of an organized structure—but above all to make sure that the organizing principle of the structure would limit what we might call the play of the structure. By orienting and organizing the coherence of the system, the center of a structure permits the play of its elements inside the total form. And even today the notion of a structure lacking any center represents the unthinkable itself.” `Structure, sign and play…” s. 352.