Çocukken her gece yatmadan hayaller kurup öyle uykuya dalardım. Bazen kafamda hikayeler oluştururcasına dalıp giderdim. Bazen kendimi çok kaptırırdım o hayal dünyasına, sanki gerçekmiş gibi ya da belki gerçek olmasını dilermişçesine. Sonra büyüdüm, büyüdükçe daha az hayal kurmaya başladım. Hayatın akışı beni içine çekmiş ve hayal kurmayı da unutmuştum sanki. Hayal kurduğumu zannederken, kurduğumu sandığım hayaller belki amaçlarım ve kaygılarımın sesi haline gelmeye başlamıştı.
Sonra bir an fark ettim. Büyüdükçe hayal kurmayı sürekli bir düzene ve mantık çerçevesine oturtmaya çalışıyorum. Oysa hayal kurmak bu değil, mantıklı olmak zorunda da değil. Hayal kurmak çocukken kendimce her gece yatmadan beni keyiflendiren şeyden çıkıp büyüdükçe kaygı veren bir eyleme dönüşmeye başlayınca düşündüm: Hayal kurmayı ne zaman unuttuk? Hiçbir mantık veya kalıba sokmadan öylesine hayal kurmak… Hayal kurmaya zaman ayırmıyor muyum artık? Yoksa kendimi hep meşgul mü tutuyorum da hayal kurmak aklımın ucundan bile geçmiyor? Kendimle gerçek anlamda artık yalnız kalamıyorken içime dönüp bakıp da nasıl hayal kuracağım ben?
Yalnız kalmak, tek başınalık, kendimle baş başa geçirdiğim vakitler… Acaba bunlar azalıyor mu yoksa yalnızlıktan korktuğum için hep o değerli anları bir şeylerle mi dolduruyorum fark etmeden? Yalnız kalmak sıkıcı mı, korkutucu mu, nasıl yalnız kalınır biliyor muyum ki? Kafamdaki tüm bu soruların cevabını bulmaya çalışırken aslında bir noktada dünyanın geri kalanından ayrılıyor, yalnız kalıyor ve sadece düşünüyorum. Belki de nasıl yalnız kalınır biliyorumdur ama toplumsal olarak yalnızlığa yüklediğimiz o kadar olumsuz anlam ve utanç duyguları var ki, sanki yalnız olmamalıymışım gibi. Evet ben sosyal bir varlığım. Biyolojik olarak bağlanma ve sosyalleşme ihtiyaçlarım var. Evrimsel olarak da topluluğumdan ya da kabilemden uzak kalırsam, tek başıma hayatta kalmam pek mümkün olmaz. Topluluğumdan dışlanmak ve yalnızlığa terk edilmek de bu yüzden çok korkutucu ve utanç verici. Yemek bulamam, barınamam, ölürüm. Ne garip değil mi? Şu an tek başıma kalsam yemek de bulurum, barına da bilirim ve ölmem. Yine de yalnızlık hala korkutucu ve bazen de utanç verici. Mesela tek başıma sinemaya gitmekten beni alıkoyan nedir? Sabahları tek başıma denize gidip yüzüp gelmek. Bazıları için tek başına bir kafeye gidip kahvesini yudumlamak.
Bunların seçilmiş, kendi isteğimizle veya geçici yalnızlıklar olduğunu idrak edebilirsek bu utanç ve korku biraz olsun diner belki. Gerçek yalnızlık gerçekten korkutucu olsa da, geçici yalnızlıklar (tek başınalık) geliştiricidir. İnsan yalnızlığını keşfedebilirse özgürleşir. İşte o zaman hayal kurabilirim, üretebilirim, bu yazıyı yazabilirim. Bu özgürlükle doğal olarak yaratıcılık da gelir. Aslında yaratıcılık ve yalnızlık arasındaki bağlantı belki o kadar bariz ki bazı klişelere de yer açmış; laboratuvarda tek başına bir bilim insanı, ormandaki kulübesinde tek başına bir yazar…
Kendime dışarıdan bir izleyici olmak yerine, yalnızlığımda kendime yakınlaşırım ve bilincimin farkına varırım. Kendimi tanımaya bir adım atmış olurum. Bir nevi içimdeki rüzgarı keşfederim. Bu rüzgarın beni nereye götüreceğinin belirsizliğiyle kalmak ama kaldıkça da o rüzgara yön vermek. Bunu da ancak tek başıma kalınca yaparım. Ama belki de fark etmeden de biz hiç yalnız kalmamıza izin vermeyiz. Yalnız kaldığımız o anları dolduracak hep bir şey buluruz. Ardı kesilmeyecek şekilde dizi izleriz mesela ya da bu tek başınalığı sürekli bir şeyler yiyerek dolu tutarız. Sırf yalnız olmamak için anlamsız ilişkilere gireriz, sanki o ilişkiler içimizdeki o gerçek yalnızlığı dolduracakmış gibi. Ne yapar ne eder kendimizi meşgul tutarız. Bazen sosyal çevreden aşırı uyarılınca “sosyal bataryam düştü” deriz. Ardından o bataryayı yenilemek için yalnız kalma isteği gelir, tek başına geçireceğin vakitler. Ama o tek başına kaldığım zamanlarda da gerçekten tek başına mıyım ki? Bomboş bir odanın içinde tek otursam da elimdeki telefonla tanıdığım veya tanımadığım bir sürü insanla yine sosyal iletişimdeyim. Hep, sürekli. Yine aşırı uyarılıyorum, yine bataryam düşük. Ne zaman yalnızım? Belki bu yazıyı yazarken yalnızım, sen de bu yazıyı okurken.
Bazı insanlar kendi düşüncelerine dalmaktan ve zihinleriyle yalnız kalmaktan o kadar hoşlanmıyor ki, kendilerine elektrik şoku vermeyi bile tercih ediyorlar. Bir araştırmada kişilerin bir laboratuvar odasında cep telefonları, kağıt ve kalem olmadan 15 dakika tek başına kalmaları isteniyor. İlginç kısım ise isterlerse bir düğmeye basıp kendilerine elektrik şok verebilecekler. Belki o 15 dakikada insanın kendi kendini eğlendirmesinin o kadar da zor olmayacağını düşünebilirsin, sonuçta beynimiz hoş anılar, fanteziler ve hikayelerle dolu. Ayrıca bunları yaratma yeteneğimiz de var. Ama katılımcıların çoğu (%67 erkek ve %25 kadın) bu yalnız kaldıkları düşünme zamanını deneyimlemek yerine kendilerine elektrik şok vermeyi tercih ediyor. Belki sıkıcı, korkutucu buluyorlar ya da odaklanacak belli bir şey olmadığında o belirsizlikle ne yapacaklarını bilmiyorlar. Yine de her şeye rağmen kendine elektrik şok verip acı çekmenin, kendi halinde bir odanın içinde 15 dakika boyunca tek başına kalmaktan daha eğlenceli, daha az korkutucu ve rahatsız olması ilginç…
Şimdi neden daha az hayal kurduğumu anlayabiliyorum sanki. Belki de düşüncelerimizi veya o içimizdeki rüzgarı daha hoş bir yöne yönlendirmeyi ve bu deneyimin tadını çıkarmayı bilseydik, kendimizle baş başa kalmaktan da bu kadar korkmazdık. Çocukken olduğu gibi daha çok hayal kurabilirdik…
Not: Yazıda kullanılan fotoğraflar yazara aittir.