Kafamın içinde sis bulutları. Düşüncem nefes alamıyor.
Gözlerimin içinden grilikler geçiyor, gözlerimin içinden büyülü güzellikler, olağanüstü yıkımlar, devrilmeyen duvarlar, sessizlikler, mekanlar, anlamlaşan mekanlar ve mekanların hüznü geçiyor… Gözlerimin içinden şahane bir kıyamet geçiyor.
(Henüz güneş doğmadan, sabahın seherinde kuşların cıvıldayarak günü karşıladığını hatırlıyorum. Uyur uyanık bir sokakta, insan sesleri tarafından daha bastırılmayan kuş telaşını dinlediğim saatleri hatırlıyorum. Ufuk çizgisi boyunca gökyüzünün üzerine geçirdiği kızıllık ve mavilikleri izlediğimi hatırlıyorum. Küçük, perdesiz, puslu bir pencereden kocaman düşlere uzanmaya çalıştığımı hatırlıyorum.)
Kalbim hiç durmuyor. Kâh yükseldikçe yükseliyor, işte bir buluta tutunan akşam üzeri ışığı gibi yumuşacık, hafif bir göz kırpışı oluyorum; kâh serbest bir düşüş, yere vuruş, çorak sessizlikler, denizinin geri çekilip kurumaya bıraktığı bir kıyı, uzay boşluğunda yerçekimsiz bir beden oluyorum…
(Çocukluğumun parkında bir bankta otururken geçmişimi seyrettiğimi hatırlıyorum. Seyrettiğim neydi? Çocukluğumda bir yer mi arıyordum tüneyebilmek için, bugünümden bir çıkış, yarınımdan kaçış… Çabaladıkça yollar siliniyor ayaklarımın altında. Kalbimin atışı boyunca yuvalanamıyorum. Kalbimin çarptığını hatırlıyorum.)
Birazdan dağılacağım. Her bir parçam bir parkın köşesine yayılacak… Kim bulabilir, kim tamamlayabilir ki parçalanmışlığımı…
Kim iyileştirebililir iflah olmazlığımı!
***
Kafamın içinde sis bulutları, kalbim hiç durmuyor. Böylesi bir yere kadar idare edilebilirdi. Kafamı dağıtırdım. Dağıtırken sis bulutları da dağılırdı. Ama dahası var… İçinde sis bulutu gezinen kafam da sis bulutlarının içinde, kıpırdayamıyor bile, geçemiyor, dağılmıyor. Görünmez bir felç hali.
Kelimeler, sesler, mimikler… Her şey taşlaşmış gibi. Kelimelerin, seslerin, mimiklerin suskunluğu içimde ağırlaşan bir dünyaya dönüşüyor. Bir yerlerden su sızıyor.
(Akşam serinliğinde, gece lambalarının aydınlatamadığı sokaklarda yürüdüğümü hatırlıyorum. Gecenin tüm ışıkları gölgelere dönüşüyor. Bir yerde bir kapı açılıyor. İçeri bir gülümseyiş giriyor. Gecenin aydınlandığını hatırlıyorum.)
İçten içe dağılırken, dıştan dışa sabitleşiyorum, bir kısır döngünün büyüsünde, bir yıkımın enkazında, bir uğultunun girdabında, bir ufkun sonsuz çekiminde… Ufuk çizgisi… Yürümek için, sevebilmek için, inanabilmek için ne kadar şahane bir çizgi. Hayal kurabilmek için… Varlığımın kırılganlığında bir çizgi daha, bir çizik. Kâğıt çiziği gibi boydan boya yarıyor. Nereyi yardığını bulamıyorum. Ne zaman ufalanıp dağılacağım? Kim bilir?
***
Halbuki yüreğinin kıpırtısına kayıtsız, ruhunun çağrısına sağır, yaşamın fısıltısına duyarsız kalamazdın. Tüm bunların yaşamak gibi bir anlamı vardı.
(Yeşil çimlerin üzerine sırt üstü uzanıp başı boş yolculuk yapan bulutları izlediğimi hatırlıyorum. Yanımda uzalı bir hayalet ile. Hayaletlerimi hatırlıyorum. Tüm hatırlayışlarımdan yeni yeni hayaletlere musallat oluyorum göğe bakmalarımda. Hayaletlerimin benden ürktüğünü hatırlıyorum.)
Yaşamak istedin, konfor alanlarının seni içine çeken tüm tutsaklaştıran cazibesine rağmen. Hiçbir kafesle barışık olmadın. Kendi kendinin kafesi oldun da, kendini parçaladın. Ruhun sığmadı. Çocuk tarafın hep galip geldi tüm kavgalarında, kendinle kavgalarında. Kendine ait huzurlu mutsuzluklar devşirmek istemedin hayattan. Sadece mutlu olmak istedin. Trajik mutluluklar edindin zamandan. Zamana inanışlarından.
***
Özgürleşen bir varoluş istedin.
Şiir olmak istedin!
Akış olmak… Oluş…
Hepsini oldun, ne güzel…
Kendi yıkımına ve düşüşüne sarıldın günün sonunda. Belki de en başında.
-İnsan kendisini bir yıkım olarak mı kuruyor bu hayatta? -
Çünkü özgürleşmenin de, sevginin de, şiirin de bir sorumluluğu var. Varoluşunun sorumluluğunu üstlenmekten bir an bile tereddüt etmedin. Hiçbir ikilem yoktu, cennetinde de, cehenneminde de. Ama çıkışsızdın.
***
Uçuruma bakmaktan keyif aldın. Kendi uçurumlarına, içine doğru derinleşen, dışına doğru genişleyen, yataylamasına büzüşen, dikeylemesine daralan uçurumlarına…
Günün sonunda bir uçuruma dönüştün.
Farkında mısın?
Uçurum uçurumluğunun farkında mı ki, sen de farkında olasın?
Bir uçurum oldun, gözlerinden içine bakanlar, duru ırmaklarda yıkanmadı; dipsiz karanlık uçumlara düştüler.
***
Bir sarsıntı, bir düşüş görmeye dursun insan, hemencecik koşarak kendi kafesine sığınıyor. Korkularının, kaygılarının kafesine… Kaybetmekten korkularını. Korunaklı alanların coşkusuzluğuna. Halbuki insan hareket olmalı. Devinmeli. Hareket oluşunun sorumluluğunu üstlenmeli.
Bir sarsıntı görmeye dursun insan, sahip olduklarının, sığınaklarının içine çekiliyor. Çeşit çeşit sığınakta insan ilk önce kendi kendisiyle, bir yandan da gölgelerle savaş veriyor. Yerleşiklik galip geliyor. Hep bir şeylerin eksikliği büyüyor, sığındığımız anlamlarda. Hangi anlam bastırır eksikliğimizin sessizliğini. Hayatın anlamı hayatın anlamının eksik oluşunda.
(Korktuğunu hatırlıyorum. Gün batımlarında, palmiye ağaçlarının altında, ışıklar maviden kızıla, kızıldan matlaşan geceye doğru evrilirken, kendini sonunda duvarlarla örülü bir çıkmaz sokakta bulduğunu hatırlıyorum. Bedenini okşayan gün batımı ışığını hatırlıyorum. Sonuna kadar yürüyüp duvardan ötesine bakmayı denedin. Bulanık sularda pırıltılar gördüğünü söyledin. Yüzündeki durgunluğu hatırlıyorum.)
Kafeslerimizin parlatılmış ve korunaklı esaretinde bir kalbimiz olduğunu unutuyoruz, o kalbin çarpabileceğini, coşabileceğini, kırılabileceğini, taşabileceğini, parçalanabileceğini unutuyoruz…
Yığınla anlam kalbimiz çevresinde bir sessizlik ve kayıtsızlık duvarına dönüşüyor. En son kalbinin anlamına da kayıtsız kalıyorsun. İnsan kalbinin atışına nasıl tepkisiz, nasıl kayıtsız kalabilir ki. İnsan kendi yıkımından nasıl kaçınabilir, kalbinin sesini dinlerken.
***
Evren boşluğu içerisinde, karanlıkta salınıyorum, yerçekimsiz bir karanfil değilim. Sadece bir beden. Dokunsalar bir porselen gibi parçalanırım. İçimde biriken zehirler var. Ne iyi ki dokunan yok. Dokunduğum yok. Kendimi tükürmek istiyorum. Tüküremiyorum.
Evren boşluğunda, sessizlik perdesi çekilmiş üzerime, sis bulutu içinde bedenim, bedenim içinde sis bulutu. Sabah kızılı ufuklar ve gece mavisi ufuklar boyunca gülümsediğimi hatırlıyorum. Evren boşluğunda salınıyorum. Dağılmış örümcek ağlarının boşlukta salındığı gibi…
Bir kara delik her şeyi yuttu.
(7’inci kattan aşağıya baktığımı hatırlıyorum. Tüm varoluşumu boşlukta sallandırıyorum. Bir bulut parçası geçiyor bedenimin çevresinden. Sarıp götürse ya beni… Aşağıdan yayılan araba uğultularını hatırlıyorum. Her sessizliğin sessizliğini arttırması için eser miktarda sese de ihtiyacı var. 7’inci kattan dünyadaki hiçliğime baktığımı hatırlıyorum. Bir şey tak dedi.)