Caz nedir sorusunu birçokları gibi ben de kendi kendime sormuşumdur defalarca. Kesin bir yanıt bulamadığım için de mutluyum, çünkü yanıt ararken bu alanın daha derinlerine dalıp yeni sesler ve dünyalar bulmaya devam ediyorum. Yeniden aynı soruya dönerken bazı ünlü cazcıların bu konuda neler söylediğine bakmak istedim. Piyanist Dave Brubeck, benim gibi çoklarının da katılabileceği bir tanım olarak ‘‘Caz özgürlüktür’’ demişti. Bu tanımlamanın ötesinde cazı klasik müzikle kıyaslayarak şöyle diyordu: ‘‘Mükemmeliyetçi olma… Bunu klasikçi müzisyenlere bırak.’’ Miles Davis ise ‘‘İlk önce çalarım, ne olduğunu sonra söylerim’’ diyordu. Bu sözünden anlaşılacağı gibi caz onun için bir keşif alanıydı. İçine girip yaşadıktan sonra ne olduğu ortaya çıkıyordu. Miles’ın çok uzun süren caz yolculuğu birçok duraklar ve farklı deneyimler içerir. Akustik, modal, bop ve cool cazdan başlayarak dans ve füzyon tarzlarına uzanan bir çizgide çok farklı alanlardan müzisyenlerle birlikte çalıştı. Maceracı çalışının içinde yanlış bir notaya basmaktan çekinmezdi. Bunu da her zaman duygunun doğrunun önüne geçmesi için yapardı. ‘‘Önemli olan bir yanlış notadan sonra hangi notaya geçeceğinizdir’’ diyordu.
Cazın kökenini her ne kadar New Orleans’a bağlasalar da bu türün en önemli özelliğinin doğaçlama olduğunu düşünecek olursak, değişik birçok kültürlerde Amerikan cazının da öncesine giden doğaçlama müzikler olduğunu saptayabiliriz. Örneğin çigan müziğindeki keman soloları, Trakya yöresindeki klarnet soloları, Hint müziğindeki sitar soloları bunların sadece bazıları. Batılı caz müzisyenlerin dünya müziğindeki zenginliği ve onlarla kurulabilecek yakınlıkları fark etmesiyle birlikte bu alanda Doğu-Batı sentezleri yapılmaya başlandı. Örnekleri çoktur ve genellikle etnik caz olarak sınıflandırılırlar.
Benim caz müziğini keşfedip sevmem ise füzyon olarak bilinen caz türüyle başladı. Blues kökenli modal caza yönelmem ve cazın diğer türlerine olan ilgim daha sonra gelişmeye başladı. Belleğim beni yanıltmıyorsa ilk caz albümüm Weather Report’un ‘Heavy Weather’ albümüydü. Bu birçokları için doğal bir başlangıç olabilir, Weather Report cazın sınırlarını rock ve diğer türlerin içine doğru genişleterek farklı bir müzikal ifade yöntemi geliştirmişlerdi. Bu albümle başlayan tanışıklığım beni çok farklı müzisyenlere ve sınırlar ötesi müziklere taşıdı.
Bir noktaya dikkat çekmek istiyorum; özellikle be-bop ve sonrası dönemlerinde yayımlanan caz albümlerinde aynı bestenin farklı kayıtlarına yer verilmeye başlandı. Take 2, take 4 gibi versiyonlar olarak verilen bu kayıtlarda aynı bestenin farklı yorum ya da performans yaklaşımlarına yer verilmiştir. Bu yaklaşım günümüzde de çok yaygın olmasa bile devam etmektedir. Ortaya çıkan farklılıklar bazen duygusal bazen teknik yorumlar şeklinde olsa da bize bir cazcının müziğe ne kadar kişisel ve özgürce yaklaştığını gösterir. Klasik müzikte olduğu gibi bestenin notalarına sadık kalmak zorunlulukları yoktur. Hatta Keith Jarrett gibi müzisyenler standart bestelerin yorumlarını yapmalarının yanı sıra birçok konserlerinde dinleyici önüne hiçbir beste getirmeden tamamen doğaçlamaya dayalı bir müzik yaratırlar. Örnekleri çoktur ve aslında yaptıkları eylem özgürce, duygusal bir esinin akıntısında spontane beste yapmaktır.
Cazı yeni keşfettiğim yılların birinde kendime bir alto saksafon almıştım; niyetim bir melodiyi düzgünce çalamasam bile esin kaynaklı doğaçlama yapmaktı. Ne kadar yanlış yolda olduğumu anlamakla kalmayıp çevremdekileri de tedirgin etmiştim uzun süre. Müziği eğitimsiz öğrenmenin neredeyse imkânsızlığı yanında bu alanda pek de yeteneğim olmadığını sonunda kabul ettim. Hiç değilse sürdürmeye devam edeceğim bir şairliğim vardı.
Burada son olarak paylaşmak istediğim 1988 yılında Toronto’da yazılmış bir şiirimdir:
JAZZ
Kirası ödenmemiş
bu dört duvarın,
elleri bunun için gergin
odadaki kara yüzlü adamın.
Elinde yıpranmış saksafonu
ve şarap tadında bir sesin
garip çırpınışlarıyla
dolduruyor görmek istemediği
bütün fakir boşlukları.
Masa kağıtlarla dolu
içki şişesi yarım
ve zaman akıp gidiyor
sanki hiç eksilmeden.
Bir şarkı direnmeden
terli dudaklarından
saksafonun aç boşluğuna
alçalıyor ve sonra
bir kafesten fırlarcasına
uçup kayboluyor
pencerenin aralığından.
Bir notası bile kağıtlara geçmeden
ve derin bir uykudayken
bütün ses kayıt cihazları
almış başını gidiyor ne yazık
düşlerde yaşanan bir sevda gibi
ve bir sarhoş gibi duvarlara çarparak.
Zeki Ali-1988