Beril Can
Kendime Bakıp Çıkacaktım
EMAILINstagram

Duygularda Buluşalım


Duygular, içsel mevsimlerimiz… Sürekli değişen, sabitlenmeyen, bazen ansızın yazın ortasında bastıran bir yağmur ya da kış soğuğu içinde iç ısıtan bir güneş gibi gelen. Ne kadar rafa kaldırıp saklamak istesek, halının altına süpürüp görmezden gelmeye çalışsak, yok etmek istesek de bir yolunu bulup gelir bizi bulurlar. Bulacaklar tabii, bize ait değiller mi? Kendimizi duygularımızdan ayrıştırmaya ve onları bir daha açmamak üzere sandığa koymaya meyilliyiz genelde. Fakat onlara temas etmeden, anlamadan, tanıyıp bir isim koymadan kendimizi de tanımak ve anlamak zorlaşıyor. Duygularımıza uzak durdukça, kendimize de uzak duruyoruz.

Duygular dediğimde aklınıza ilk neler geliyor bir sorsam? Belki üzüntü, öfke, korku, iğrenme, şaşkınlık ve mutluluk? Aslında araştırmalara göre bunlar altı temel veya evrensel duygular. Bu duygular ve onlara karşılık gelen yüz ifadeleri farklı kültürlerde de tanınıyor. Herkes; kültür, dil ve din fark etmeksizin altı temel duyguyu yaşıyor. Ama bunlardan daha fazlası da var. Duygular yalnızca bireysel deneyimler değildir; kültürel ve sosyal faktörlerden derinden etkilenirler. Bu yüzden de farklı kültürden insanlar farklı duygular yaşayabiliyor. Bazı kültürler de bizim yaşadığımız duyguların varlığından haberdar bile olmayabiliyor ya da belki farklı şekilde yaşayıp deneyimliyorlar. Örneğin, 1986’da Allen Johnson ve meslektaşları, Perulu Machiguenga halkıyla bir araştırma yapıyor. Bu dili konuşan yaklaşık 6.200 kişi var. Araştırmalarında bu kişilere temel beş insani duygunun Machiguenga dilindeki karşılığını soruyorlar. Bu duygular sırasıyla; mutlu, üzgün, endişeli, korkmuş ve kızgın. Sonuçlara baktıklarında araştırmacılar şaşırtıcı bir durum fark ediyorlar. Mutlu, üzgün, korkmuş ve kızgın için Perulu Machiguenga halkının dilinde bu duygulara karşılık gelen sözcükler olsa da “endişe” duygusu için aynı durum söz konusu değil. Onların dilinde bizim kullandığımız şekilde “endişe” kelimesinin tam bir karşılığı yok ve buna denk gelen başka hiçbir ifade de yok. Hatta “endişe” kelimesinin İngilizce’sinin Machiguenga diline direkt çevirisi “düşünmek”, herhangi bir kaygı unsuru olmadan. Mesela yakın bir arkadaş veya aile ferdi yanlarından ayrılmak üzereyken genellikle nokenkiakempi kelimesini duygularını ifade etmek için kullanırlar, “Seni özleyeceğim (düşüneceğim)”. Bu cümle içinde biraz ayrılık kaygısı barındıyor gibi gelse de Machiguenga halkı herhangi bir nedenden dolayı uzakta olan bir kişi için üzülmez veya endişelenmez. Eğer sevdiklerinin tehlike veya kaygı verici bir durumda olduğunu öğrenirlerse de “endişelenmek” yerine “korkarlar”.

Bazı duygular da o kadar akışkan, tanımlaması, anlaması, kelimelere dökmesi güç ki, asırlardır hakkında romanlar, şiirler, hikayeler, şarkılar yazılıyor. Felsefe, fizik, biyoloji, kimya, psikoloji…Hepsi açıklamak için onun üzerine düşünüyor, araştırmalar, deneyler yapıyor, kuramlar kuruyor. Kelimeler yetmiyor, resmediliyor. Bazen bir sembol olarak, bazen bir renk, bazen bir çiçek, bazen bir kuğu, bazen insan figürleri. Bahsettiğim duygu insanın tüm yaşamında, farklı biçimlerde, her zaman orada olacak olan: Aşk. Aşkı sadece beyin kimyasallarının etkileşimi olarak adlandırmak onun içimizde uyandırdıklarını, yaşattıklarını ve kelimeleri kifayetsiz bıraktığı tüm durumları anlatmaya yetersiz kalıyor. Kelimelere dökmesi ne kadar zor bir duygu bu. Bazen en güzel ifade edilişi bir bakışta veya bir sessizlikte. Öyle yoğun bir duygu ki bu üç harfli bir kelime onu anlatmaya yetmiyor.

Marc Chagall, The Birthday, 1915

Aşkın bu karmaşıklığını dillendiremeyen ama anlatabildiği kadarını fırçasıyla aktarabilen en güzel örneklerden biri de Marc Chagall, Rus-Fransız bir ressam. 1915'te Chagall, o ve eşi Bella evlenmeden sadece birkaç hafta önce, “Doğum günü” adlı eserini resmeder. Tablo, ikisinin paylaştığı inanılmaz, akıcı ve güçlü aşkın harika bir ifadesini barındırır. Genç aşıklar arasındaki aşkın o kendinden geçme hissini, sarhoşluğu, şaşkınlığı ve mutluluğu tuvalin her karesinde hoş ve naif ama sıradan bir sahnede bize ileten bir sanat eseri. Chagall’ın eserlerinde sık sık, Bella ve kendisini uçarken çizdiğini de görebiliriz. Aşkın insanın “ayağını yerden kestiği” hissini muazzam bir şekilde ifade ediyor Chagall. Bella’ya olan aşk duygusunu belki de yeterince kelimeleriyle anlatamıyor, anlatamadıkça da resmediyor.

Marc Chagall gibi biz de duygumuzu anlatacak kelimeler bulamadığımızda veya onu nasıl isimlendireceğimizi bilmediğimizde bazen metafor kullanımına ve deyimlere başvururuz. Türkçe’de bunlara örnek olabileceklerden bazılarıysa “yüreğim ağzıma geldi” ve “dünya başıma yıkıldı”. İki-üç kelimelik sözlere aslında fark etmeden ne kadar çok duygu yüklüyoruz. “Yüreğim ağzıma geldi” diyoruz ve çok yoğun bir heyecan, korku ve endişe anında yaşadığımız duygularımızı anlatıyoruz. Bu metaforu kullanırken bedenimize de kulak veriyoruz. Genelde böyle anlarda kalbimiz çok hızlı ve düzensiz bir şekilde atmaya başlar, burada da hissettiğimiz duyguyu bedenimiz üzerinden anlatıyoruz. “Dünya başıma yıkıldı” diyoruz ve yoğun yaşadığımız bir üzüntü ve şoku anlatıyoruz. Büyük bir felaket, kayıp, başarısızlık ve hayal kırıklığı sanki gerçekten de dünya üzerimize çökmüş gibi hissettirir.

Duygular bazen bir fırtına gibi içimizi sarsarken, bazen de sessiz bir gizemle gölgede saklanırlar. Karmaşık. Ama belki de duyguları anlatmanın, yaşamanın, onların farkında olmanın binbir türlü yolu var. Duygular biziz. Onlara ses vererek, belki bir metafor, bir resim veya sadece duygunun kendi ismiyle onu anlatarak, kendimize de ses veriyoruz. Ve belki de duygularımızın bize ait olduğu fikrine bir adım yaklaştığımızda, kendimize de yakınlaşmış olacağız.

Kitap Önerisi: Duygular Sözlüğü - Tiffany Watt Smith

Yeni sayımızdan haberdar olmak için kaydolun.
Thank you! Your submission has been received!
Oops! Something went wrong while submitting the form.

YAZILAR

03-Eylül '23

03-Eylül '23

03-Eylül '23