Herkesin büyüdüğü ve anılarında iz bırakan bir mahallesi vardır. Büyürken o mahallede yaşayan insanlardan yaşıtlarımızla arkadaşlık kurarız, saatlerce oyunlar oynarız, kavga ederiz, bahçelere dalarız; kısaca yetişkin olunca yapmayacağımız şeyleri yaparız. Bazen kendimizden büyük komşularla iletişim kurarız, onlara bahçe işlerinde yardım etmeye çalışır veya pazardan, marketten dönerken yaptıkları alışverişlerin poşetlerinden birini taşımaya yardımcı oluruz. Zaman zaman bu yetişkin insanlardan yaşı büyük olanlardan birisi çıkar, çocuklarla iyi anlaşır, çocuklara özel ilgi gösterir.
İşte Fatma teyze tam da böyle biriydi.
Mahalledeki tüm çocukların teyzesi olan Fatma teyze; kısa boylu,hafif tombul, yuvarlak yüzlü, küt saçlı ve beyaz tenli bir kadındı. Hatırladığım kadarıyla hiç evlenmemişti, annesiyle yaşıyordu. Annesinin bir gün vefat ettiğini hatırlıyorum ama sadece o kadar. Fatma teyze bizlere oyuncaklar hediye ederdi, mesela abime bir keresinde uzaktan kumandalı araba hediye etmişti bana ise çekip bırakınca giden bir araba. Başka oyuncaklar da hediye etmiştir muhakkak ama hiç hatırlamıyorum. Fatma teyze emekli hemşireydi. Bizlere hemşirelik döneminden kalma kalemlerden verirdi. Tükenmez kalemler, gerçekten tükenmiyordu o kalemler çünkü sayısız defa mahallenin çocuklarına kalem hediye ettiğini hatırlıyorum Fatma teyzenin. Ancak gerçek şu ki biz büyüyorduk ve Fatma teyzeden uzaklaşıyorduk, daha da gerçek olan ise çocukluğumuzdan uzaklaşıyorduk ve farkında değildik.
Bir yaz günü belediyenin arabası anons yaparak mahalle arasında dolaşmaya başlamıştı; ‘’kimliği belirsiz birisi vefat etmiştir, tanıyanlar olay yerine gelsin’’ diye. Sonra birden bir haber yayıldı, Fatma teyzenin öldüğüne dair. Tüm çocuklar birbirine söylüyordu, duydun mu Fatma teyze ölmüş, hemen gidelim oraya diye. Fatma teyze pazara giderken yolda düşmüş ve oracıkta ölmüş; kalp krizi, beyin kanaması ya da yüksek tansiyon, ecel işte. Pinokyo marka bisikletimle oraya pedalladım hemen, bir kalabalık vardı yolun kenarında. Bisikletimden indim, oraya doğru yaklaştım ve kalabalığın arasından kafamı uzattım. Gördüğüm ilk ölüydü Fatma teyze, tombalak bedeni ile yerde uzanıyordu. Sonra üzerine gazete örttüler, kalabalığı dağıttılar. Ağlaya ağlaya mahalleye geri döndüm, Fatma teyzenin kapısının önüne oturdum. Birkaç insan vardı ne yapacaklarını konuşuyorlardı. Mahallenin diğer çocukları yemek vakti gelmiş kediler gibi yavaş yavaş toplanıyordu Fatma teyzenin kapısının önüne. Nasıl oldu bilmiyorum ama Fatma teyzenin kapısını açtılar, eve doluştuk. Ağladığımızı hatırlıyorum ama nelerin konuşulduğunu, nelerden bahsedildiğini hafızamı zorlasam bile hatırlamam imkânsız. Biraz zaman geçti ve sonra açık olan kapıdan birden bizim Fatma teyze kanlı canlı bir şekilde içeri girdi. Ne olduğunu anlamaya fırsat vermeden koşup hepimiz ona sarılmıştık. Ölen kişinin Fatma teyze olmadığı, bir benzerinin olduğu anlaşılmıştı. Fatma teyze gerçekten ölmemişti ama benim için o ölüm eşiği bir kere geçilmişti, sonradan anlayacaktım bunu. Çünkü bir insanın öldüğünü sadece bir kez hissediyorsun, geriye kalan yas oluyor.
Bizler Fatma teyzenin son çocuklarıydık, bizden sonra çocukları olmamıştı. Zaten bizden sonra mahalle sokaklarında oyun oynayan çocukların sayısı azalmaya başlamıştı. Çocukluğumuzdan uzaklaşmış, ergenliğe erişmiş hatta genç yetişkinliğe doğru epey yol kat etmiştik. Bilirsiniz erkeklerde ergenlik uzun sürer. Yaşım 18 olmuş, lise bitmiş, bir kitabevinde çalışmaya başlamıştım. Bu sırada Fatma teyzeden de uzaklaşmıştık, çünkü büyümek aynı zamanda mahallenden uzaklaşmak demekti, fiziksel olmasa bile.
Bir yaz gecesi Perseid göktaşı yağmurunu seyretmek için abim kapının önündeki sokak lambasını gecenin bir vakti kapatmıştı. Ertesi gün Fatma teyze pencereden bizi görmüş ve ışığı siz mi kapattınız diye sormuştu. Abim de kızacağını düşünerek çekinerek -evet demişti, buna karşılık o da; ‘’ne iyi yaptınız gençler, gece uyurken ışık beni rahatsız ediyordu artık rahat rahat uyuyabileceğim’’ demişti. Fatma teyze ile hatırladığım son etkileşim buydu. Birgün mesaim bitmiş, direkt eve dönmeye karar vermiştim. Otobüsten indim,mahalleye ulaştım, kulaklığımda ise Gary Jules –Mad World şarkısı çalıyordu,çünkü o sıralar Donnie Darko filmini yeni izlemiştim ve hala etkisi altındaydım.
Sokağımıza geldiğimde polis arabası ve cenaze arabası karşıladı beni ve tabii ki Fatma teyzenin evinin önünde birikmiş bir kalabalık. Bu sefer gerçekten ölmüştü Fatma teyze; eve giren insanlar, polisler hemen geri çıkıyor bazıları çıkar çıkmaz kusuyordu. Dediklerine göre televizyonun karşısında oturduğu yerde ölmüştü Fatma teyze, üstelik öleli neredeyse 3 ay olmuştu. Gerekli incelemelerden sonra ceset torbası ile çıkardılar Fatma teyzeyi, cenaze arabasına koyup götürdüler. O an fark ettim ki Fatma teyze benim için yıllar önce pazar alışverişine giderken ölmüştü, bu yüzden ikinci kez üzülemedim öldüğüne çünkü o eşik benim için yıllar önce çoktan geçilmişti. Dediğim gibi hala Donnie Darko filminin etkisi altındaydım ve o filmde geçen bir söz gibiydi hissettiğim; ‘’her insan yalnız ölür.’’
Sonradan duyduk ki Fatma teyzenin komşusu gece vakti yüksek sesle açılan televizyon sesini duymuş ve Fatma teyzenin artık eve döndüğünü düşünmüş, ancak üç dört gün boyunca bu ses devam edince şüphelenmiş. Çilingir ve polisle içeri girildiğinde gerçek anlaşılmış. Ancak kimse televizyonun bir gece vakti durup dururken açılması ve sesinin yükselmesini anlayamamıştı. Belki de beni bulun artık diyen Fatma teyzenin ta kendisi yapmıştı bunu, kim bilir…
Fatma teyze gerçekten yalnız ölmüştü; hem pazar yerine giderken o yol üzerinde, hem de televizyon karşısındaki koltuğunun üzerinde.