Felaketin ortasında filizlenen kayıtsızlık
Kıbrıs’ın yakın tarihiyle alakalı karşılaştığım en ilginç görsellerden biri birkaç sene önce Sotiris Savva tarafından paylaşılan bir videodur.[1]15 Ağustos 1974 günü Mağusa’ya ilerleyen tank birliklerine eşlik eden bir kamera tarafından çekildiği anlaşılan ve montajlı bir şekilde bize sunulan bu video Serdarlı civarındaki tepelerden başlayarak adım adım bizi Mağusa kalesinin içine götürür. Surların üzerinde Maraş’ın bombalanmasını mevzilerin denizleyen mücahitler ve patlama seslerinin arasında görüntü sadece birkaç saniyeliğine surların ve kum torbalarının dibinde tavla oynayan iki sivil adamı gösterir. Kameranın arkasından bir ses bu adamlardan birine görüntüye alınmakta olduğunu söyler. Tavla oynayan bu kişi hiç tavrını bozmadan bunun farkında olduğunu söyler ve başını dahi kaldırmadan oyununa devam eder. Bu sahnenin ardından montajlanmış video savaşın daha hatırda kalıcı yönlerini göstermeye devam eder.
Montajlanmış olarak bize sunulan bu videoya gereğinden fazla bir gerçekçilik veya hakikat statüsü atfetmek istemem. Zannetmiyorum ama tavla oynayan adamların görüntüsü belki de başka bir zaman çekilip daha sonra araya montajda karışmış olabilir. Ancak bu videoyu göreli birkaç sene olmasına rağmen, ilk gördüğüm günden beri ara ara kendimi tavla oynayan bu iki adam hakkında düşünürken bulurum. Bu sahnede gördüğümüz tavlacılar kimlerdi ve nasıl bir ruh hali içindeydiler? Onlar savaş ve ölüme çoktan alışmış kayıtsız iki adam mıydılar, yoksa bunlara alışmamış olmalarına rağmen savaşın ortasında bile kendilerini gündelik eylemlerinin içine bütünüyle bırakabilen ve ulvi bir hikmete erişmiş iki bilge miydiler? Ya da belki de çatışmanın rutinleştiği günlerde vakit geçirmeye çalışan iki arkadaş iki olağan adam mıydılar?
Sahnenin ilginçliği bugünle kıyaslandığında daha da anlaşılır hale gelebilir. Şimdilerde pek çok insan doğrudan ortasında olmadıkları, hatta onları doğrudan etkileme ihtimali olmayan olayları bile çeşitli medya araçlarıyla sürekli takip etme güdüsü ile doludur. O kadar ki bu güdünün getirdiği duygusal aşırı yük çoğu zaman pratikteki duygusal kayıtsızlığın ve eylemsizliğin temeli olarak görülür. Bu sahnede gördüğümüz iki adam neredeyse bu güncel durumun tam zıt halini temsil eder. Kendilerini sonuna kadar etkileyecek olan bir savaşın ortasında, sıcak ve bomba gürültülerinin göbeğinde olmalarına rağmen bu iki adam diğer insanlar gibi surların üzerine çıkıp savaşı izlemek yerine, tavla oyunlarına tamanlamıyla yoğunlaşmış bir haldedirler.
Merakımın altında tavla oynayan bu adamlara karşı suçlama olduğu düşünülmesin. Aksine, onların görünürdeki kayıtsızlıklarını bir nebze de olsa kıskanmaktayım. Bu iki adamın ruh halleriyle ilgili spekülatif olmaktan öteye gidemeyecek düşüncelerin ötesinde, bu tavla oyununda daha sonra Kuzey Kıbrıs’ın tümüne yayılmış bir duygu durumunun çekirdeği olduğunu düşünmekteyim. O tavla masasındaki kayıtsızlık o gün için istisnai bir durumdu: 15 Ağustos’tan sonraki günlerde savaşın doğurduğu tehditlerin Kıbrıslı Türkler için azalması ve başka bir sürü nedenle genele yayıldı. Kayıtsızlık önce yaşanan felaketin başkaları üzerindeki sonuçlarına, daha sonra da yaşananların kendimiz üzerindeki sonuçlarına yönelik yoğunlaştı.
Kayıtsızlık ve umursamazlık Kıbrıslı Türklerin genelde durumlarını tahlil etmek ve başkalarını suçlamak için kullandıkları gündelik kategorilerdendir. Gündelik hayatta karşılaşılan pek çok sorunun da, bu sorunlara karşı parlayıp bir yere varmadan sönen tepkilerin başarısızlıklarının da temeli pek çok kişi tarafından insanların özüne kadar işlemiş bir kayıtsızlığa dayandırılmaktadır. Bunun en basit örneği, özeleştiri düsturu olarak dillendirilen kalıplaşmış “napan? napalım? e napacan?” cümlesidir. Kayıtsızlığın gündelik suçlama unsuru olarak kullanımına başka bir örnek olarak Kıbrıs’taki siyasi çevrelerin harekete geçirmek için uğraşıp harekete geçirmeyi başaramadıkları insanları geriye dönük olarak suçlama eğilimleri gösterilebilir. Bu tür ayaküstü yapılan tahlil ve özeleştirilerde kayıtsızlık üstesinden gelinmesi gerekilen bir sorun, şekli ve içeriği tam belli olmayan bir dert edinme hali ise ulaşılmak istenen bir amaç olarak ileriye sürülür.
İnsanları suçlandıkları kayıtsızlıklarından kurtarmayı bir türlü başaramayan bu tip hareket çağrılarının altında bu kayıtsızlık halini tam anlayamama vardır. Yaşanan ana sarılıp hayattaki daha büyük meseleler ve olaylara kayıtsız olma durumu geçmiş ve geleceğinden emin olamayan insanlar için olağan bir durumdur.[2] Bu durumu “sinizm” ya da öznelliğin kaybı olarak görüp, özne olmayı sadece eylemlilik veya yeni başlangıçlar kurgulama anlarına indirgeme, insanların – ve özellikle de Kıbrıslı Türklerin- pek çoğunun mevcut durumlarını bir yanlış bilinç ya da dünya görüşü yoksunluğuna indirgemenin ötesine geçemez. Kayıtsızlık çoğu zaman zannedildiği gibi bir inkardan doğmaz. Aksine insanın üstüne gelen ve farkında olunulan bir felakete yönelik mümkündür.
Mevcut durumda gerekli olan kayıtsızlığı başka durumlara indirgeyen tahlillerin ötesine geçip bu toplumsal olarak yaygın ve kapsayıcı görünen bu kayıtsızlığın içindeki hikmeti görmeye çabalamaktır. Tekrar düşünülünce, tavla oynamak kendini savaşın ortasında bulan insanların girişebileceği en iyi eylem olabilir.
[1] Dileyenler bu videoyu buradan izleyebilir. Bahsettiğim sahnenin izleyenler icin zıtlığını koruması için tam zamanı yazmıyorum.
[2] Benzer denebilecek başka örnekler için bkz., Lilies of the Field: Marginal People Who Live for the Moment. Sophie Day, Evthymios Papataxiarchis, Michael Stewart, eds. Boulder, CO: Westview Press, 1999.