Hakkı Yücel
Kendimle Sohbetler
EMAILINstagram

-Kendimde (Kendinde) Bir Başkası olarak Ben (Sen)-

1.

Şimdi burada, ‘zamanın ruhu’na uygun olarak bir ekrandan yayınlanacak aylık bir dergide -kâğıdın kokusunu soluyarak yazmalar ve okumalar ne yazık ki bitiyor artık- adını ‘’kendimle sohbetler’’ koyduğun bir köşede yeni bir yolculuğa çıkıyorsun. Yolun açık olsun da, daha başında, köşen için seçtiğin bu tehlikeli başlığı -öyle ya narsistik çağrışımları yoğun, kendinle yapacağın sohbeti başkaları niye okuma ihtiyacı duysun ki- koyma sebebini de bir açıklasan.

 

2.

Önce şunu söylemeliyim, sır değildir;

kalmakla gitmek tereddüdü arasında geçer bu adada insanların ömrü;

kararsızlık bir tuhaf hastalık olarak yapışır üzerlerine,

kalanlar kaldıklarına gidenler gittiklerine pişmandırlarölene kadar.

Bir gözü kederden buğulanırken diğerinin neşeden ıslanması ada insanının, bundandır; önceki cümlesinin kurnazlığını sonrakinin saflığıyla buluşturması ve sürekli ikisi arasında gidip gelmesi de, bundandır; anlamanın çilesinden kaçıp inkârın şehvetine sığınması da, yine bundandır; ölüm her an pusudaymış gibi ürkek, yarın hiç gelmeyecek kadar uzakmış gibi gamsız olması da, evet bundandır; ve nihayet o tuhaf hastalığı buhrana dönüştüğü an, kim olduğu (var olan) sorusundan kim olmalıyım (var olması istenen) sorusuna yanıt arayıp durması,arayıp durdukça gerçekle hayal, yalanla hakikat arasına sıkışıp kalması,sıkışıp kaldıkça kimim ya da kim olmalıyım burçları arasında bir ip gibi gerilmesi ama iki ucu bir araya getirememesi ve sonra da bir araya getiremediği bu iki uç arasında gerile gerile çarnaçar koparak ‘hiçkimse’ olmaya doğru yol alması da, hakeza bundandır..

 

Bu tespitlere -özellikle kimlik güzellemesi yaparak kendini abartanlar (yoksa aldatanlar mı)- itiraz edecekler mutlaka olacaktır; kendi adıma şimdi ve sonrası için geçerli olmak üzere peşinen söylemem gerek: Yanılmak her zaman mümkündür, eleştiride ve karşı önermelerde bulunmak ise bir haktır ve bunların hepsi kabulümdür. Bunu apaçık ortaya koyduktan sonra naçizane ben de konuşma / yazma hakkımı kullanarak devam ediyorum: ‘Hiçkimse’ olmak varoluşsal anlamda bir tükenişi ifade ettiği kadar -Adalı’yı bekleyen bir tehlikedir- aynı anda,sıfırdan değil kuşkusuz, yeni başlangıçlara zemin teşkil edebilecek niteliksel bir dönüşümü ifade eden ‘Çok kimse’ olmanın potansiyel (gizil) gücünü de içkindir-ki Adalı’yı yeniden ayağa kaldıracak olan da budur-. Çok genel olarak söylenecek olursa ikisi arasındaki fark ise şudur: ‘Hiçkimse’ üç buçuk kelimeye sığdırılmış hayatlara mahkûm, gününü gün etmekten öteye geçemeyen, kendine bir hikâyede yer bulamayan, gördüğü ve tutabildiği şeyin gerçekliği ile yetinen, görmediği ve tutmadığı şeyi anlama özrü taşıyan, kendi günahlarıyla yüzleşmekten kaçınarak sürekli başkasını işaret eden iken; ‘Çok kimse’ bunların tam aksi olmaya aday, yani dili geniş ve yoğun, günü geniş ve doğurgan zamana dönüştürebilen, hikâyeleri de olan, gerçeklik algısı gördüğü ve tuttuğuyla sınırlı kalmayıp gördüğünde görmediğini, tuttuğunda tutamadığını da anlamaya ve hissetmeye çalışan ve nihayet kendi günahlarıyla yüzleşeme cesareti gösterebilendir. (Araya sıkıştırmadan geçemeyeceğim, Calvino’dan okumuştum, bir arkadaşının hatırlatması üzerine, ‘’Platon’un Sofist adlı yapıtında elinde olta tutan balıkçıyı tanımlamak için kullandığı yan yana uzanan iki yol’’ örneğinden yola çıkarak ‘’her vazgeçilen seçenekte, geriye kalan da kendi içinde çatallanır’’ diyordu.)

 

Çok mu karışık oldu? Bu da kabulümdür; kendimi ifade etme ve derdimi anlatma konusunda yeteneksiz olabilirim, ancak şu kadarını söylemek de hakkımdır sanırım: Bir metnin, düşüncenin ya da fikrin anlaşılmasında dokundun mu düğmesine yolunu şakkadak aydınlatan fener ışığının berraklığı misali kendini kolayca ele veren çırılçıplak / yalın cümleler serdetmek, evet anlamanın ve anlaşılmanın selameti açısından belki arzu edilen, hatta gerekli olandır; ama şunu da unutmamak gerekir ki gerçeklik kendini kolay ele vermez, iradi bir çabayı ve genişliği, onu dört bir yandan kuşatacak yoğun dili ve ona eşlik eden düşünce ufkunu, tahayyül gücünü ve de kimileyin çilesi çok fazla olan zahmeti gerektirir. Bunu aradığı şeyi bulmanın geçici hazzı ile aradığı şeyi bulmaktan çok onu arıyor olmanın sürekliliği ve bunu yaşıyor olmanın doğurgan serüveni; ya da bir tamamlanmışlık hali olarak ‘varlık-var olanla, bir süreklilik hali olarak ‘oluş-varoluş’ arasındaki fark olarak da ifade etmek mümkün.

Günahı boynuma sözün uzadığının farkındayım; uzadıkça söz,uçuşan harfler, dağılan kelimeler taş olur yükü yerde mi kalır, yoksa niyet olmaktan öte, anlam ve duygu yoğunluğu olarak hem zihinlere hem de yüreklere mi konar, bilmiyorum. Yine de Tanrı mertebesinde gücü olduğuna inandığımdan rahman ve rahim olan dildir diyor ve devam ediyorum.

 

3.

Şunu bilesin istiyorum, ben de senin gibi kendi iradem dışında doğmuş biriyim dünyaya; yani senin anlayacağın ben kendim olduğum kadar sen ya da başka biri olabilirdim, tıpkı senin ben ya da başka biri olabileceğin gibi. Diyesim o ki en başta tesadüfler damga vuruyor varoluşumuza. Oradan başlayan ve ister inanç, ister bilinç, ister hem inanç hem bilinç diyerek ayağa kalkalım, sonunda o tesadüfü kader kabul edip sahipleniriz. Ürkütücü gelecek belki ama kendi kaderimize mahkûmuz ve kabul edersin ya da etmezsin kaderimizi sevmek (amor fati) zorundayız. Dur, hemen itiraz etme, şu şartla ki bu mahkûmiyet ve sevgi kadere koşulsuz tabi/teslim olmak anlamında değildir, tam aksine o kadere iradi olarak müdahalede bulunmak, yani onun pasif sürükleneni (adı ne olursa olsun, -millet, cemaat, parti vb.- sürü) değil aktif (özgür birey) etkileyeni olma çabası gösteren bir mahkûmiyet ve sevgi olmak gerekmektedir. Öyle, çünkü bir an kadar kısa ve bir an kadar sonsuzdur ömrümüz.

Düne bakarak düşünüyor,

an’a tutunmak ve orada var olmak için (ne mutlu onlara ki varoluşuna anlam/değer katıyorlar) çırpınıp duruyor,

hayal ederek geleceğe uzanıyor,

yarına doğru yaşayarak ölüyoruz.

Canlı kanlı olduğumuz şimdi, yani birazdan geçmiş olup kaybolacak sahip olduğumuz şu kısacık an, bize sunulan bir armağan olduğu kadar, geçiciliğiyle hüzünlü bir zamandır. Bu yüzden hayat hem baştan sona hüzünlü bir maceradır ve hem de -tam da bu yüzden- varoluşsal bir çekiciliği Bunun aksini söyleyerek anı hazzın yapışkan ıslaklığında tüketmeyi marifet sayanlar o zamanı beyhude harcayanlardır.

 

 

4.

Sözün özü bütün mesele önce kaderini sevmek ve ‘kendin’ olmaktır, bunu başarabilmektir; bu kendinle barışık olmanın da koşuludur. Ancak bu kadar değildir, sonrası da vardır.  Burada ‘kendin’ olmak derken söz konusu edilen bir içe kapanma hali, yalıtılmışlık, kibir değildir; kendi ile birlikte ‘başka’yı da (bunu ‘öteki’ olarak da okuyabilirsin) kendinde bir zenginlik olarak içselleştirme, bu deneyimi yaşama, yani ‘kendinde başkası’ olabilme halidir ki -dikkat: ‘kendinden başkası’ değil ‘kendinde başkası’- bu son kertede niteliksel anlamda bir olgunlaşmayı / yetkinleşmeyi ifade edecektir. Daha açık ifade etmek gerekirse ‘kendin’ olmak, statik tamamlanmış bir ‘varlık’ hali değil, dinamik bir ‘(var)oluş’ halidir ve karşılıklı etkileşimi zorunlu kılmaktadır. Buna karşılık ‘kendinden başkası’ olmayı istemek, yani kendini terk ederek bir başkası olmak istemek, son kertede bir tükenme, yok olma halidir. Daha açık bir ifadeyle ‘kendinde başkası’ olmak, kendi iç zenginliğini dışsal olanla (başka/öteki) kendinde buluşturmak (‘çok kimse’ olmak),anlam ve değer yüklü niteliksel bir dönüşümü dinamik bir süreklilik halinde kendinde yaşamaktır ve nihayet ‘İnsan’ olmanın ortak özelliklerini kuşanmaktır.  ‘Kendinden başkası’ olmaya özenmek ise, kendini, kendi iç zenginliğini terk ederek -asla olamayacağı, olamayacağız çünkü bir şeyin taklidi asla taklit ettiği / etmeye çalıştığı şeyin aynı değildir,haliyle anlam ve değerden yoksundur- beyhude bir hayalde kaybolmak, yokolmaktır (‘Hiçkimse’ olmak).

 

5.

İdeolojik, tarihsel, kültürel, siyasal saldırılar ve tanımlamalarla, daha çok kendi içine kapalı, kendi dışına yönelik (‘başka/öteki‘ olana yönelik) nefret, öfke, düşmanlık içeren ‘kimlik’ güzellemeleri yapıldığı bir dünyada (ve adada), olanla olması istenen/arzulanan arasındaki derin boşluğu dolduracak ‘ben kimim’ sorusuna, ‘kendi’ ile ‘başka/öteki’yi kendinde buluşturmayı başaran ‘kendinde başkası’ olmak (buna çaba göstermek) biçiminde yanıt vermek, bunu ‘insan’ olmanın ortak zemini kabul etmek, bu metni okumaya tahammül edenlerde nasıl karşılık bulur, bilinmez. Ancak az ya da çok okurla buluşacak, bu anlamda kamusal bir mahiyet kazanacak olan bu yazılar ‘kendinde bir başkası’ olmayı önemseyen, hayata, olaylara ve olgulara buradan bakmaya de anlamaya çalışan, buradan anlam ve değer yükleme gayretinde olan birinin,tam da bu amaca uygun olduğu düşüncesiyle, -başka hiçbir saikle değil- kendi ile yapacağı, sohbetlerden ibarettir.

 

6.

Son noktayı, bu sohbetlerin beslenme kaynaklarına örnek olmak bakımından iki ismi hatırlayarak/hatırlatarak koyalım:

Nietzsche:

‘’Ormanlarda uzun uzun yürüyor ve kendimle muhteşem sohbetler yapıyorum.’’

Pessoa:

‘’Başka başka kişiler oldun sen,

Bütün başkaları oldun,

Ama asla kimse olmadın’’

Yeni sayımızdan haberdar olmak için kaydolun.
Thank you! Your submission has been received!
Oops! Something went wrong while submitting the form.

YAZILAR

03-Eylül '23

03-Eylül '23

03-Eylül '23