Kazuo Ishiguro’nun son kitabı Klara ile Güneş,okuyucularına yazarın başyapıtı Beni Asla Bırakma‘yı çağrıştıracak distopik bir bilim kurgu romanıdır. Beni Asla Bırakma‘da ana karakter ve anlatıcı insan klonunun yerini bu romanda yapay zekaya sahip Klara isimli bir robot alır. Son günlerde çok tartışılan yapay zeka, insan ayrımına gelin bir de Ishiguro’nun Klara ile Güneş romanı üzerinden bakalım:
Romanın başlarında Klara, bir mağazanın vitrininde satın alınmayı bekleyen bir robot olarak tasvir edilir. Klara, mağazanın vitrininde solar bataryasını güneş ışığı ile doldururken bir taraftan da dışarıyı seyreder. Bu haliyle bir bakıma, satın alınmayı bekleyen evcil bir hayvan gibidir. Klara, çok iyi bir gözlem yeteneğine sahiptir. Gözlemci olduğu kadar meraklıdır da. Dışarıda gördükleri hakkında Mağaza Yöneticisine sorular sorar. Klara, dışarıyı seyrederken bir gün “Kahve Bardaklı Kadın” ve “Yağmurluklu Adam” olarak adlandırdığı iki kişinin sokakta karşılaşınca, birbirlerine adeta çarparcasına sarıldıklarına şahit olur. Mağaza Yöneticisi, Klara’ya, bu iki kişinin muhtemelen birbirlerini uzun süre önce kaybedip şimdi tekrardan bulmuş olabileceklerini söyler. Uzun süre birbirine hasret kalmış insanlar, karşılaşınca mutlulukla birlikte acı da hissederler, diye açıklama yapar Mağaza Yöneticisi. Böylelikle, Klara kaybın ne anlama geldiğini öğrenir. Gelecekte,farklı evlerde “yaşarken”, mağazadaki robot arkadaşı Rosa ile bir sokakta tesadüfen yeniden karşılaşırlarsa nasıl hissedeceğini merak etmeye başlar. Klara’nın gözlem yeteneği ve merakı biz okuyucuları etkiler. Bize bir kız çocuğunu anımsatan Klara’yı sevmeye, hatta onunla özdeşleşmeye başlarız.
Romanın ilerleyen bölümlerinde küçük bir kız olan Josieve annesi Klara’nın bulunduğu mağazaya gelir. Josie, diğer robotlar arasındanKlara’yı seçer ve o andan itibaren ikisi arasında bir etkileşim başlar. Klara mağazadan ayrılıp Josie’nin ailesiyle “yaşamaya” başladığında, biz okuyucular, biri insan biri yapay zekalı robot, iki kız arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları gözlemlemeye başlarız. İlerleyen sayfalarda Josie’nin kardeşini kaybettiğini öğreniriz. Josie’nin kendisi de hastadır ve ebeveyni onu kaybetmekten korkmaktadır. Klara’nın hastalığıyla ilgili olarak bize tekinsiz hissettiren bir sırrı öğreniriz: Josie’nin ailesi için Klara’nın misyonu yalnızca Josie’yle arkadaşlık etmek ve onu eğlendirmek değildir; Josie’nin ölmesi durumunda onun yerini almaktır da aynı zamanda. Sonuçta, Klara insanları gözlemlemek ve taklit etmekte çok başarılıdır. Birçok insan gibi Klara’nın ebeveyni de olası bir kaybı kabullenmeye hazır değildirler.
Lacancı psikanaliz teorisi, bize aşkın ve arzunun eksiklikle bağlantılı olduğunu öğretir. Arzularımız asla doldurulamayan bir eksiklik hissi üzerine kurulur. Aşk ve cinsel ilişki, eksikliğimizi ötekiyle giderme, onunla bütün olma girişimidir. Ancak, aşk ve cinsellik hayatımızda bazı komplikasyonlara yol açar. Romanda aşkın, Josie’nin hayatını karmaşıklaştırdığını görürüz. Josie’nin komşu oğluyla bir ilişkisi vardır.İlerleyen sayfalarda ikilininin tartışmalarına ve kavgalarına şahit oluruz. Oysa Klara, hiç kimse ve hiçbir şey için aşk ve cinsel arzu beslemez.
Aşk ve cinsellikle birlikte, hayatlarımızda komplikasyon sebebiyet veren bir başka mefhum da ölümdür. Kardeşini kaybetmiş olan Josie hastalığı nedeniyle kendi olası ölümlülüğüyle yüzleşmektedir. Sağlığı daha da kötüleştiğinde, Klara’nın annesine “Ölmek istemiyorum, Anne. Bunu istemiyorum.” dediğine şahit oluruz. Öte yandan, Klara sonlu olmaya karşı kayıtsız gibi görünmektedir. Klara ve Josie arasındaki en önemli fark cinsellik ve ölümle olan ilişkileridir.
Alenka Zupančič (2021) aşkın ve cinselliğin hayatımızda karışıklıklara neden olduğunu ancak paradoksal bir şekilde, onlar olmadan sosyal altyapımızın dağılacağını savunur. Alenka Zupančič (2021) kişisel ve öznel boyutu olan aşk ve cinselliğin, aynı zamanda sosyal bir etki yarattığı ve onların neden olduğu karmaşıklıklar olmadan sosyal yapımızı idame ettiremeyeceğimizi savunur: ” Sosyal hayatımızdaki karmaşıklıklardan kurtulmak için aşktan ve cinsellikten “arınmamız” gerektiğini savunanlar var. Ancak, bu karmaşıklıklar olmadan sosyal yapımızı koruyabileceğimiz şüphelidir. Ben bunun mümkün olduğunu düşünmüyorum”
Klara, insanların temelde yalnız olduklarına inanmasına rağmen -“Belki de tüm insanlar yalnızdır. En azından potansiyel olarak”- insan ötekine ihtiyaç duyan sosyal bir varlıktır. Yapay zekalı bir robot olarak Klara’nın sosyal bir gruba ihtiyacı yoktur. Romanın sonlarına doğru Mağaza Yöneticisi,yıllar sonra Klara’yı bir nevi robot mezarlığı olarak kullanılan bir avluda “tedricen solmak” diye tanımlanan kendi “ölümünü” beklerken görünce, navlunun başka bölgesinde bulunan diğer robotlarla birlikte olması için konumunu değiştirmesine yardımcı olmayı teklif eder. Ancak Klara, Mağaza Yöneticisinin teklifini reddeder. Klara’nın diğer robotlarla birlikte olmaya ihtiyacı yoktur. Yalnızlıktan şikayetçi değildir. Kendi sonuyla ilgili herhangi bir kaygı çekilmektedir.
Klara’nın merakı, taklit yeteneği ve küçük bir kız için kendini feda etmeye hazır olması, okuyucuların Klara ile kolayca özdeşleşmesi neden olur. Ancak, bir eksik nedeniyle Klara insan olmayı başaramaz. Bununla birlikte, Klara’nın eksikliği, insanların sahip olduğu bir şey değil, tam tersine, onların aşk, cinsellik ve ölümle ilgili çekirdeklerinde bulunan eksikliğin bizzat kendisidir. Başka bir deyişle, Klara’nın insan olamamasının sebebi onlardaki eksikliğin kendinde eksik olmasıdır. İnsanın aşık olmasına, arzu duymasına , topluluğa ihtiyaç duymasına neden olan tam da bu eksiğin kendisidir.
Kaynakça
Cameraad (2021, February, 15) Alenka Zupančič on the commodification of love and its vicisitudes Youtube.
* Bu yazı daha önce İngilizce olarak Zizekian Analysis’te yayımlanmıştır.