"Yukarıya doğru yolculuk, ruhun entelektüel dünyaya yükselişidir."
Bu makale Art Studio 3 isimli dersim için yaptığım bir projeye dayanıyor. Bizden bir "soru" seçmemiz ve bunu araştırarak geliştirmek için de sanatı kullanmamız istendi. Başlangıçta, gerçekten herhangi bir fikrim yoktu, bu yüzden sadece aklımdakileri çizmeye başladım. Tesadüfe bakın ki o sabah babamla beni strese sokan bir konu hakkında konuşuyorduk. Beni yarım saat boyunca dinledikten sonra Buda'dan bir alıntı yapmaya karar verdi (babam çok aydınlanmış, biliyorum). "Ne demiş Buda? Eğer bir sorun varsa, bir çözümü de vardır. Eğer bir çözüm yoksa, o zaman bu bir sorun değil, sadece hayatın bir akışıdır". O zamanlar bu bana pek de iyi hissettirmemişti çünkü tek istediğim boş yapmaktı. Ancak daha sonra sınıfta bunu düşündüğümde, bana bir kabullenme ve kararlılık hissi verdi. Ben de küçük çöp adamımı bir kabullenme "boşluğuna" düşerken çizdim. "Madem nasıl olsa da olacak, ben de kendim dalayım bari" duygusunu göstermek istedim. "Harika, bir çizimim var. Şimdi ne olacak?" Biraz beyin fırtınası yaptıktan sonra (ki bu aslında Mr Brown aracılığıyla aşırı kafein alımından ibaret) fikrimi mevcut bir teoriye/felsefeye uygulamaya karar verdim. İşte Platon'a böyle ulaştım.
Platon, Antik Yunan'da cübbe ve sandaletlerin moda olduğu zamanlarda yaşamış önemli bir filozoftu. Sokrates'in öğrencisi, Aristoteles'in öğretmeniydi ve Yunan kültürü ve felsefe anlayışımız üzerindeki etkisi benzersiz. En iyi bilinen fikri Platon'un Mağarası olabilir O kadar eski ve kullanılmış bir terim ve felsefi fikir ki, çoğu insan muhtemelen ilk ne zaman duyduğunu bile hatırlamıyor. Ekstra kredi için gittiğiniz bir felsefe dersinde, bir ebeveynin hayat dersi sırasında örnek olarak kullandığı bir şey ya da hatta bir barda size mansplaining yapan ve akıllı görünmeye çalışan bir adamdan duyduğunuz bir şey olabilir.
"Mağara"nın ne olduğuna dair hızlı bir hatırlatma; Platon'un "Mağara Alegorisi", Platon'un daha büyük eseri olan Cumhuriyet'in bir parçasıdır. Bir mağarada bulunan ve dışarı çıkamayan bir grup insan hakkındadır. Mağaradaki açık ateş nedeniyle duvarda gölgeler görürler ve bunu kendi gerçeklikleri olarak algılarlar. İnsanlardan biri -Platon ona "çukur-insan" diyor-, mağarayı terk eder; başlangıçta ışık kör edicidir, ancak gözleri alıştığında gerçek dünyanın güzelliğini keşfeder. Bu bilgiyi diğer insanlarla paylaşmak için geri döner. Ancak mağaraya girdiğinde gözleri alışmakta zorlanır ve diğerleri onun delirdiğini düşünür. Gittiği için onunla dalga geçerler ve gitmelerini sağlamaya çalışırsa onu öldürmekle tehdit ederler.
Platon’un alegorisi toplumu eleştirmek için. Bence bir tür "Körün köre yol göstermesi" durumunu yansıtmak istiyor. Ama ben daha bireyci bir bakış açısına odaklanmak istedim. "Mağaradan" çok, mağaradan çıkış yolculuğuna odaklanmak istedim. Elbette mağaradan çıkmak cesaret ister ama çıkışa doğru devam etmek için özel bir kararlılık gerekir. Sonuçta hepimizin hayalleri, hırsları, planları var, ama kaçımız gerçekten mağaradan çıkıp çıkış yoluna doğru ilk adımı atıyoruz? Kulağa klişe gelse de "önemli olan varış noktasıdır, yolculuk değil" dedikleri doğrudur. İstediğimiz şeyleri aniden elde edemeyiz ya da kazanamayız; onlar için çalışırız. Bizi olmamız gereken kişi haline getiren şey budur. Hedeflerinize ulaşmak iyi ve güzel bir şey ama ben kendimde hiçbir zaman gerçekten tatmin olmadığımı fark ettim. Bu büyüme ve yolculuktan geçip çıkışa geldiğimde, her zaman fethetmek istediğim yeni bir şey, yeni bir boşluk oluyor. Peki, çıkış gerçekten bir son mu? Bu kavramın çöp adamımın bilinmeyene düşmesiyle ilgili olduğunu hissettim. Çevresinin sınırlarının dışına çıkıyor ve boşlukla (bilinmeyenle) karşılaştığı çıkışa gelmeden önce bile kendini keşfediyor.
"Boşluk", "bırakmayı" temsil etmek için kullandığım bir şey, daha doğrusu bırakmanın sizi götüreceği yer. Hayatın belirsizliği ve kaosudur. Kendi yerçekimi ve çekimi vardır ve ne yaparsak yapalım eninde sonunda içinden geçmek zorunda kalacağız. Bazıları balıklama dalabilir, bazıları hazırlıklı olmak isteyebilir ama buna fırsat bulamayabilir, bazıları ise bundan korkar ya da tamamen reddeder.
Mağara ile birlikte boşluğun, cevabı yokmuş gibi görünen bir soruyu gündeme getirmeye yardımcı olduğunu düşündüm. Mağaradan sonra ne olacak?
Mağaradan çıktığımızda gerçekten özgür ya da "aydınlanmış" olur muyuz? Yolun sonunu görebiliyor muyuz, yoksa bu bir belirsizlik kara deliği mi? Bu boşluk bizi özgürlüğe mi götürüyor yoksa kendi içinde başka bir mağara mı? Mağaraya girmemize izin verdiğimizde, mağara orada biter mi? Yoksa üstesinden gelmemiz gereken sonsuz mağaralar ve boşluklar mı var? Ne zaman sona erer?
Okul / üniversite döneminin ve aynı zamanda mini varoluşsal krizimin yarısında, 4th yüzyıl Çinli filozof Chuang Tzu'nun "Boş Kayık” adlı nehirde kayıkla seyahat eden bir keşiş hakkındaki hikayesine rastladım. Keşişin kayığı başka bir kayığa çarpar ve sinirlenir. (Hikâyede bahsedilmese de "Ehliyeti bakkaldan aldık galiba?" gibi bir şey söyleyeceğinden neredeyse eminim. *el kol hareketi*). Şaşırarak kayığın boş olduğunu fark eder ve öfkesi anında söner. Öfkesinin nedeninin kayığın kendisi değil, bir başkasının hata yaptığı ve onu rahatsız ettiği düşüncesi olduğunu fark eder. Bu, ideal insanın boş bir kayık gibi olması, akıntıyla sürüklenmesi, manipüle edilememesi veya hiçbir şey yaptırılamaması gerektiğine karar vermesine yol açar. Sadece "akışına bırakmak". Bu beni düşündürdü, "yolculuğa" bu kadar kararlı olduğuma göre, bir kayık gibi olmak daha kolay olmaz mıydı? Hangi mağaradan ya da boşluktan geçeceğimi ve nasıl geçeceğimi seçmek yerine, belki de sadece akışın beni yönlendirmesine izin vermeliyim. Ama o zaman "ben "in ne anlamı kalır? Nerede ve ne zaman duracağımı ne kadar hızlı gitmek istediğimi kontrol edemeyeceksem akıntıya kapılıp gitmenin ne anlamı var?
İnsanların farklı gruplara ayrıldığını düşünüyorum. Mağaradan hiç çıkmayan insanlar var, kendilerini çevreleyen sınırlar içinde rahatlar, ki bunu bir dereceye kadar anlayabiliyorum. Sadece var olmanın belli bir huzuru var ama bu "huzur" bana göre değil, sıkıntıdan patlarım. Bir de boş kayık insanları var ki, rahatlayıp hayata devam ediyor gibi görünüyorlar, gittikleri yolu sorgulamıyorlar, aksine sadece içinden geçiyorlar. Stressiz tutum övgüye değer olsa da başarma, bir şey olma ihtiyacının olmamasını biraz iç karartıcı buluyorum. Belki egomdan kaynaklanıyor ama en iyi versiyonum olmamayı kabullenemiyorum. Ve son olarak, çukur insanlarımız var. Mağaraya, etraflarındaki insanlara bakıp "biliyor musunuz? Ben buradan gidiyorum. Dışarıda ne olduğunu, dünyanın bana neler sunabileceğini göreceğim" diyenler. Ve ilk adımı atanlar, bilinmeyene doğru bir sıçrama yapanlar da onlar. Bence olması gereken de bu. Korku ve belirsizliğin sizi kör etmesine izin verirseniz, asla tam amacınıza ulaşamazsınız, çünkü boşluktaki yolculuğun amacını anlamamız gerekir. Bu çalışmalar dizisi nasıl bir insan olmak istediğimi, nasıl bir hayat sürdürmek istediğimi anlamama yardımcı oldu.
Bazen odunluk yapsam da kayığa dönüşecek halim yok, mağara hayatı da zaten hiç bana göre değil!
Not: Yazıda kullanılan görseller yazarın “Platon’un mağarası ve Alize’nin çöp adamı” adlı projesinden alınmıştır.