‘Biz kimiz, biz var mıyız, gelecekte de var olacak mıyız’, yakın zamana kadar Kıbrıslıtürkler’in aklını en çok meşgul eden sorular bunlardı. Bugün bunlarla birlikte, hatta belki de daha sık ‘burası hala aynı ülke mi’ diye de soruluyor. Ülkeye giydirdiğimiz elbise hızla değişiyor, şehirler her yere yayılan bir sel gibi köyleri, dağları, sahilleri içlerine katarak büyümeye devam ediyor. Bu değişimin ne anlama geldiğini, onu benimsemek mi, karşı çıkmak mı gerektiğini inşaat sektöründe varlık gösteren iki önemli isme, Erdal Hüdaoğlu ve Kazım Doğramacı’ya sorduk.
Erdal Hüdaoğlu, 1970 yılında Baf, Pelatusa’da doğdu. 1992 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi’nden İnşaat Mühendisliği alanında mezun oldu. 10 yıl boyunca MESAN inşaat şirketinde çalıştıktan sonra kendi proje ofisini kurdu ve 15 yıl boyunca statik projeler tasarladı. Son 3 yıldır yeğenleri Muhsin Hüdaoğlu ve Gizem Hüdaoğlu ile birlikte kurduğu GMH Development adlı inşaat şirketinde direktör olarak çalışmaktadır.
Kıbrıs'taki inşaat faaliyetlerinde ilk olarak 2002- 2003 senesinde Annan Planı döneminde ciddi bir artış yaşadı. Bu artışta yabancı ülkelerden insanların buraya duyduğu ilginin yükselmesi ve Kıbrıs’taki fiyatların Akdeniz havzasındaki başka ülkelerdeki inşaatların, evlerin fiyatlarından daha ucuz olması etkiliydi. Hatta koçan sorunu bile bunu etkilemedi. Çünkü Annan Planı'nda yer alan ‘kullanıcı tazminatı karşı tarafa öder ve koçanı kullanıcı alır’ ibaresi insanlara “Rumlara arsanın parasını ödeyecek olsak bile ödediğimiz para gene İspanya, Güney Kıbrıs, Yunanistan, İtalya gibi yerlerden alacağımız emlaklardan daha ucuz olacağı için kardayız” diye düşündürdü. Bu yapılaşma daha planlı bir şekilde mi gerçekleşmeliydi? Bu tartışma her zaman her ülkede vardır ve olmaya da devam edecek. Sonuçta bu nüfusun artmasıyla ve ulaşımın da eskiye kıyasla kolaylaşmasıyla, insanların “İngiltere'den çıkıp Kıbrıs'a tatil yapayım, Amerika'dan gelip adada beş on gün kalayım” deme şansının artmasıyla konut ihtiyacının da artması kaçınılmazdı ve artan konut ihtiyacı maalesef arazilerde, topraklarda giderilir. Bunun da çok ciddi planlanarak, bölgeleri saptanarak planlı bir şekilde gelişmesi lazım. Ama eğer sektör tamamen serbest kendi haline bırakılırsa İskele bölgesi gibi kötü yapılaşma örnekleri doğar. İskele bana göre çok kötü, bazılarına göreyse çok iyi bir yapılaşma örneği. Kötü olmasın sebebi de hiçbir alt yapı yatırımı yapılmaması, yolların dahi düşünülmemesi ve herkesin de ‘ben buraya ne kadar çok kat yaparsam o kadar çok daire satarım, o kadar para kazanırım’ mantığında olması. Bu yapılırken de bu modelin ülkeye ne kadar faydası olur ya da olmaz çalışılmadığı için ortaya çıkan sonuç zararlı. İskele’nin bugün çevreye ve toplum yapısına nasıl bir uygunluk gösterdiği söylenebilir? Bugünkü durum ancak bir kesimin bugünkü ihtiyaçlarına cevap verebilir fakat şu an tamam dediğimiz de 20 sene sonra demode olup eskiyebilir. Bu İskele eskisi gibi tamamen boş kalsın hiç kimse yaşamasın mı demek? Hayır. New York’ta da 1600‘lerde her tarafta orman görünüyordu, bugünse gökdelenlerle çevrili. Dolayısıyla önemli olan kestirip atmak ya da bütünüyle savunmak değil. Bu değişimin planlı bir şekilde, sonuçları da araştırılarak yaşanması lazım. Her plan ideal bir sonuç değildir, artısı eksisi vardır. Planların amacı da zaten artıları maksimuma çıkarmak, eksileri minimuma indirmektir. O yüzden hiçbir planın yapılmamasına karşıyım. Bunun ölçüsü nedir? Bir sürü disiplinin çevre mühendisliği, mimari, şehir planlama, ekonomi, hepsinin bir araya gelerek ortak anlayışı tasarlayan çalışmalar yapmasıdır. Bizde şu an devlette böyle bir mantık olmadığı için, kim nerede ne yaparsa onun inisiyatifine kalmış durumdayız. İyi bir şey de yapabilir, kötü bir şey de. Bu kavramlar da kişiden kişiye değiştiği için de kim haklıdır, cevabı yok. Fakat inşaat sektöründe yapılan bir yanlışın daha sonra yapılan düzenlemelerle telafi edilmesi de çok mümkün değil. Ne kadar uğraşılsa da hatalı bir projede en başından doğru planlanmış bir proje kadar randıman alınamaz, uyumlu çalışamaz ve esas amacına hizmet edemez. Eğer bugünkü yapılaşma aynı hızda devam ederse on sene sonra kaos içinde bir Kıbrıs göreceğiz. Tıpkı bugünkü İskele gibi. Ben İskele’ye gittiğimde sanki her şey üstüme üstüme gelir gibi hissederim ve nefesim daralır. Sadece çok katlı binalardan dolayı değil, çok yoğun yapılaşma olmasından ve oradayken doğayı değil de bu yapıları görmemden dolayı. İleride diğer her yer de buna benzeyebilir. Çok katlı yapılar olmasa bile oralarda da yapılaşma olacak ve insanlar bugün yürüyüş yaptıkları alanlarda, doğada yürüyemeyecekler. Bu ancak planlamayla engellenebilir. Ama Kıbrıs'ta planlı yapılaşmaya geçilmesi ihtimali de çok düşük olduğu için, on sene sonra şimdikinden daha kötü bir Kıbrıs göreceğimizi düşünüyorum. Halbuki her ne kadar biz Kıbrıslılar bunun çok farkında olmasak da gerçekten bizim coğrafyamız, yani Kıbrıs iklimi ve deniziyle, ada olmanın kattığı unsurlarla gerçekten çok güzel bir yer. Öyle çok da “lanet olsun ne biçim bir memleket” denip de geçilecek bir yer değil aslında.
Kazım Doğramacı, 1982 yılında Güzelyurt’ta dünyaya geldi. Üniversite eğitimini Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesinde tamamladı. 2004 yılında mimar olarak mezun olan Kazım Doğramacı, 2005 yılında kendi mimarlık ofisini açtı. Proje çizimi üzerine odaklandı. Yine o dönemde Kuzey Kıbrıs’ın ilk profesyonel maket atölyesini hayata geçirdi. Aktif proje çizimi ve mimarlık dönemi 2014 yılına kadar devam etti. Bu süre zarfında lüks otel projeleri, hastane projeleri ve üniversite projeleri çizdi. 2014 yılında Aderans Construction firmasını kurdu.
Kıbrıs'ta inşaat artışı birçok dönemde (2004, 2015,2021’de ve devam etmekte) artma ve duraklama göstermiştir. Bir ada ülkesinde komşusu Avrupa Birliği’nde olan ve benzeri konutların komşuda 4 katı fiyatlara satıldığı bir konumda konut talebi olması ülke için şaşırtıcı değil. Ayrıca pandemi sonrası evden çalışabilme olanakları, Avrupa’daki enflasyon, Rusya Ukrayna savaşı ve Türkiye ekonomisi de konut satışına artı yönde etki eden unsurlardır. Buna bağlı olarak da adada farklı tipte konut alıcıları vardır. Bunları: 1. Temelden konut alıp bittikten sonra satarak para kazanmak isteyen yatırımcılar, 2. Savaş sebebi ile eş ve çocuklarını daha güvenli ve ucuz bir ülkede yaşatmak isteyenler, 3. TL olan birikimini konut alarak döviz kira getirisine dönüştürmek isteyenler, 4. Her sene denizin ve doğanın sayısız güzelliği olan bir adada tatil yapmak isteyenler, gibi birkaç ana başlıkta toplayabiliriz. Dış ülkelerin insanlarına Kıbrıs’tan konut almayı cazip hale getiren nedenlerden bahsederken adanın mimari yapısını göstermek ise mümkün değildir çünkü Kıbrıs’ın oturmuş bir mimari yapısı maalesef yoktur. Kıbrıs adasının iklimine uygun bir Akdeniz mimarisi kazanmasının ülke adına önemli bir getirisi olacağını düşünsem de oturmamış ülke politikası bunun önündeki en büyük engeldir. Örneğin son yıllarda konut satışının patlama yaptığı Esentepe bölgesinde arazi sahipleri ve inşaat firmaları (ve bu sektöre hizmet eden kurumlar) için para kazandıkları bir bölge olarak öne çıkmıştır. Söz konusu yapıların bölgedeki kültürel ve yapısal varlıklarla pek alakalı olduğu söylenemez, fakat bu yapılar direkt olarak o bölgedeki yapılaşmanın içinde değil bölgeye bağlı olan boş ve denize yakın arazilere yapıldığı için çok büyük bir olumsuzluk olarak görmüyorum. İnşaat sektöründe iyi bir dönem yaşanan ülkelerde (eğer nüfus artışı kontrollü olursa) toplum bunu maddi kazanç dışında uzun vadeli istihdam ve kendi tarım ürünlerini ihraç ihtiyacı duymadan üretmek gibi sektör dışı alanlarda da toplumsal faydaya dönüştürebilir
Olumsuz olarak nitelendirebileceğim durumlar ise nüfus artışı ile altyapı (yol, kanalizasyon vs.) eksiklikleri ve bölgede yetersiz kalacak okul, hastane gibi devletin sağlaması gereken hizmetlerin yetersizliğidir. İnşaatın hızla ilerlediği dönemle yapılan düzenlemeler her zaman kişiler ve şirketlerin mağduriyetleri ile sonuçlanmıştır (ör. Girne imar yasası, İskele Yeniboğaziçi emirnamesi). Maalesef ki inşaat sektöründe yapılacak olan hatalı bir yatırım veya ihtiyaç fazlası ürün gibi sıkıntılar bölgenin yapılaşma yaşadığı dönemde düzenleme ile telafi edilmeye çalışılması bence hata üstüne hata yapmakya neden olmaktadır. Doğru olan bölge yapılaşmadan önce bunun şeklinin devlet tarafından belirlenmesi ve yasalaştırılmasıdır. Şu anda gerçekçi olmak gerekirse sağlıklı bir yapılaşma hızı yaşamıyoruz. Eğer böyle devam ederse önümüzdeki yıllarda hem komşu ile fiyat rekabetini kaybedeceğiz hem de altyapımız bu artışı karşılayamayacak. Bu yüzden önümüzdeki 10 yıl içinde inşaatın su anki hızlı bölgelerde yavaşlayacağı ve daha çok tatil turizmi gibi sektörlerin uygulandığını göreceğiz. Ancak ilerleyen dönemde inşaatın yeni bölgelerde uygun fiyatlarla satışa çıkıp devam etmesi de olasıdır. Örneğin Sadrazamköy, Akdeniz, Balalan gibi bölgelerde. İnşaat sektöründe çalışan mimar, mühendis konumunda biri topluma karşı öncelikle (deprem de düşünülerek) yapının sağlamlığı ve kullanım konforu noktasında ciddi sorumluluk bilincinde olmalıdır. Ve ayrıca bu bilinci altındaki işçi ve taşeron ekiplere de aktarmalıdır ki doğru yapılmış yapılar ortaya çıkarılsın. Bu sektörde çalışıp küçük bir ada ülkesinde inşaat yapan biri başarıyı öncelikle güvenilir bir kişi olduğu referansına sahip olursa yakalar. Parasal kazanç ve prestijli yapılar bu referansın doğal sonuçlarıdır.